30 Ağustos 2007 Perşembe

Mitoloji

Mitoloji: Mitos + logos=söz, nutuk veya zamanında geçen olaylar anlamına gelir. Mitos, Yunancada söz, öykü demektir. Mitoslar insan ülke topluluklarını ve tabiat olaylarını kişileştirerek henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evrenin görünümlerine birer anlam kolaylığı bağlamak ihtiyacından doğmuştur. Tabiat üstü ve fizik ötesi konuların yanı sıra tabiat kuvvetleri ile yarışa girmiş, onlarla savaşmış ilk kahramanların kimliklerini ve destanlarını anlatan bir daldır. Mitoslar doğa kuvvetlerinin kişileştirilmesi canlı varlıklar veya ölümsüz tanrılar halinde tasarlanmıştır. Destan kahramanları mitoslardaki tanrılar ve tanrısal konular hayattaki insanlar arasındaki ilişki kuramlarıdır. İlk çağların insanlarından tabiat kuvvetlerinin fizik ve epik konularını yansıtan dizelerinde başlangıcıdır. İlkel insanların fizik atılımlarına ek olarak metafizik ve psikolojik davranışı belgelerler. Taşıdıkları sevgi gücü yer yer insan yaratılışındaki zaaf ve tutkuları çağlar üstü bir kesinliğe çok yönlü bir kullanış imkanına bağlamış olmaları ile mitoslar bugünde sanatın yararlandığı bir ilham ve kültür kaynağıdırlar. Mitoslar bilgisi ve mitosların
sistemli bir şekilde toplamı demek olan mitolojinin diğer bütün milletlerin ilk çağ efsanelerinden önce bir tür latin öykülerini öykülerini getirmesi Yunan ve Latin mitolojisinin yüzyıllardır Avrupa sanat ve edebiyatını en geniş ölçüde beslemekte olmalarından gelmektedir.
Mitoloji, söylenen veya duyulan söz, masal, öykü, efsane bilimi anlamına gelir. İnsanlar duyduklarını anlatırken akıllarında biçimlendirdikleri süslü sözler ekleyerekte hikayeleri abartarak anlatmışlardır. Bunlar şair ruhlu insanlar ise kulağa daha hoş gelecek şekilde anlatılmıştır. Belirli bir uygarlığa yada dinsel geleneğe uygun inançları uygulamalı kuralları yada doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte yaşanmış olayları aktaran ama din ve törenlerle bağlantılı çoğunlukla kökeni bilinmeyen ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler, aynı zamanda din ve başlangıçtaki olayların efsanevi anlatım tarihidir.
Bu çok özel mahiyetteki karakterleri anlatımında ve hikaye edinişinde tabiat üstü varlıklar
bir yada birden fazla merkezi bir rol oynamaktadır. İnsanın yaratılışında var olan doğaya anlama ve yorumlama eğilimi evrenin yapısını ve oluşumunu açıklamaya yöneltmiş ve yaratılış mitosu ortaya çıkmıştır. Mitos insanın kendisi ile doğayla ve kendisini açtığı duyumsadığı güçlerle çok özel bir münasebetini ifade biçimi olmuştur. Mitolojik düşünce insanın kendisi ile bir değer ve anlam kazandığı böylece insanın insana köle olmasını engelleyici bir güç kuşağı oluştururken doğayı insan için daha yaşanılır ve katlanır kılmaya vasıta olan araç yerine geçer. Toplumun ve dünyanın nasıl ve niçin yaratıldığını insanların bu şart içinde varoluşlarını anlatmak kendilerini kuşatan doğayı verimli tanımaları için zorunlu bilgiler vermek amacına yöneliktir. Mitoloji dünyası eski kültür dillerinin dünyasıdır. Burada yer alan olaylar tarihi zamanın dışında yer alan efsanevi bir zamanda cereyan edip giderler. Mitolojik anlatımların pek çok özelliği arasında başlıcası onun zaman içerisinde yerleştiği çerçevesidir. Mitolojik anlatımların geçerliliğide sözü edilen zaman ve mekanın ışığında oluşmasında yapılandır. Kronolojik tarih ve zamanın dışında kutsal bir zaman olarak değerlendirilmesinde mitolojik olguların kahramanları güncel zamanın dışında bulunduklarından her asır ve her zaman kesitinde onlarla çağdaş olunabilinmektedir.

24 Ağustos 2007 Cuma

Horozun Yaptığına Bak

Bizim hocayla arkadaşları güzel bir yer keşfetmişlerdir. Anlatılanlara göre bu bakacakları alanda tonlarca osmanlı altını vardır ve tam yerini horoz belirleyecektir. Horozun onlara yer göstermesi için de sabah güneş doğmadan önceki aydınlık zaman ile güneş doğana kadar olan zaman dilimi arasındaki vakittir. Hoca ve arkadaşları geceden horozlarını da yanlarına alarak keşif bölgesine gelip güneş doğmadanki ilk ışıkla harekete geçerler. Zavallı horozun ayağına uzunca bir ip bağlayıp arazide dolaştırmaya başlarlar. Definenin olduğu yerde boynunda muska olan lekesiz beyaz horoz ötecektir. Ama ne hikmetse horoz bir türlü ötmez ve güneş ışıklarıda artık arkadaşların üzerine doğmuştur.
-Hocam güneşde doğdu ne olacak şimdi.
-Valla bilmiyom ki.
-Ama hocam burada define var hemde tonlarca.
-Yahu bende biliyom ama.
-Hocam belki horoz ötmeyi bilmiyo.
-yok heralde bu yaşını doldurmamıştır çünkü burada define var biliyom.
Gün iyice ışıyınca horoza bakarlar ve şu sözle hepsi rahatlar;
-Hocam bu horozda ben var baksana.
Hoca:
-Tabi ya gece onun bunun kümesine girer karanlıkta beyaz horoz getirsen olacağı bu.

Altın Testi

Alacahöyük prens mezarlarında bulunmuş (M.Ö.2100-2000) tarihlerine ait altın testi. Hatti sanatı örneğidir. Anadoluda Hitit ve Frigler'de bolca örneğini gördüğümüz gaga ağızlı testi formundadır. Üzeri geometrik desenlerle bezenmiştir. Mezar hediyesi olarak kullanılmıştır.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Ana Tanrıça

Resimdeki eser M.Ö. 7000-5500 yılları arasındaki Neolitik Dönem'e aittir. Kadının doğurganlığından dolayı bereketle bağdaştırlımış olup ilk çağlardan beri hemen hemen her kültürde bir ana tanrıça kültü vardır. Buradaki ana tanrıça heykelide Çatalhöyük'te bulunmuştur. İri vücut hatları bereketi ve doğurganlığı simgelemektedir. Her kültürde var olan bu ana tanrıça idolü kültürlerin kendi dillerinde isimlendirildiği için içerik olarak aynı olan bu kültür isim olarak zengin bir literatüre sahiptir. Örneğin Frigler'de Kibele, Hititlerde Kubaba, Eski Yunan'da Artemis olarak isimlendirilmiştir.

Hurri ile Şerri

Hititlerin baştanrısı Teşub'un kutsal boğalarıdır. Bazı betimlerde Tanrı Teşub'un arabasını çekerkende görmekteyiz. Hemen hemen bütün kutsal içerikli tasvirlerde Tanrı Teşub'un yanında görmekteyiz. Boğalardan biri geceyi, diğeri gündüzü simgeler. Bu eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedirler.

Hasanoğlan Heykelciği


Ankara ili Elmadağ ilçesi Hasanoğlan beldesi sınırları içerisinde ele geçirilmiş M.Ö. 2100-2000
yıllarına ait Hatti sanatının güzel bir örneğidir. Rastlantı sonucu Hasanoğlan'da kayaların arasında bulunmuştur. Muhtemelen mezar hediyesi olarak düşünülüp yapılmış; baş, göğüs, gövdedeki kemer ve ayaklarındaki halhallar altından yapılmıştır. Eserin baş yapısının arkası Hititler'de altın ve gümüşten yapılmış, dini törenlerde sıvı sunu (libasyon) yapılmakta kullanılan testilerin üzerindeki desenlerle benzerlik göstermektedir.

Grek dini

Yunanistan merkezli Grek dininde tanrılar ve heroslarla zenginleştirilmiş mitolojilerle dolu
bir dinin varlığı görülür. Grekler tanrıları insan gibi düşünmüşler, bunun sonucunda da tanrıların hayatları ile kendi hayatları arasında benzerlik kurarak açıklamaya çalışmışlar ve bu sayede oldukça renkli bir din ortaya çıkmıştır. Grek dini asıl olarak tanrılar adına yapılan adak, kurban, libasyon (sıvı bir şeyi tanrıya sunmak örneğin kurban kanı) şenlik ve olaylardan meydana gelir. Grek dünyasının değişik bölgelerinde yerel dini özellikle Atina Akropolü'nde kutlanan ve bütün grekleri bir araya toplamayı amaçlayan dini şenlikler önemli bir yere sahiptir. Klasik Yunanistan'da Olympia, Pythia, İstmia, Nemea adlı büyük bayramlar vardı. Bunlar arasında Tnarıça Athena onuruna dört yılda bir düzenlenen kadın ile erkek yarışmacıların birlikte katıldığı Pon Athenaia oyunları tanrıça Demeter ve kızı Kore (Persephone) için düzenlenen baharın müjdecisi sadece kadınların katıldığı Thesmophorien şenlikleri ile greklerin baş tanrısı Zeus için düzenlenen sadece çıplak erkeklerin katıldığı ve dört yılda bir düzenlenen olimpiatlar sözünü ettiğimiz yarışmaların en önemlileri oluşturmaktadır. Artemis için Anadolu'da kutlanan Leukoferien bayramlarıda anmya değerdir. Greklerin ölüm sonrasına ilişkin düşünceleride son derece ilginçtir. Ölülerin mezarlarında maddi olarak yaşadıklarına inanan Grekler bunun için çeşitli eşya ve sunular hazırlayarak mezara bırakırlardı. Mezarın iç kısmına bırakılan bu
hediyelerle yetinmeyen Grekler mezarın üstü için üzerinde kabartmalı figürlerin bulunduğu mezar stelleri dikmişlerdir. Heykeller yontarak mezarlar üstüne hazırlamışlar, üzerlerini Kline ve Ekfora sahneleri ile bezemişlerdir.

16 Ağustos 2007 Perşembe

Urartular

Urartu Siyasal Tarihi
İÖ 13-11. yüzyıllar arasında Anadolu topraklarının güneyinde büyük bir medeniyet olan Asur devleti sürekli bulunduğu toprakların kuzeyine ani baskınlar düzenleyip yağmalıyordu. Burda yaşayan küçük beylikler bu yağma saldırılarına karşı koyabilmek için Nairi Konfederasyon'u adı altında birleşmişlerdi. İÖ 9. yüzyıl yarısında Asur krallığı yağma seferlerini arttırmış ama kral Aramu ve I. Sarduri komutasındaki Urartu ordusu güçlü bir direnişle Asur kralına karşı koymuştur. İÖ 9. yüzyılın ortasında Urartu krallığını Litupri oğlu I. Sarduri yönetirken başkent Tuşpa'da (bugünkü Van) güçlü bir savunma yapabilmek için burada birde kale inşa ettirmiştir. Kral Menua dönemine kadar Urartu devleti feodal beyliklerin kurduğu topluluktan oluşuyordu.
İçişlerinde serbest olan bu feodal beylikler Urartu devleti'ne küçük miktarda vergiler ödediklerini, savaşlara kendi güçleri ile katılan ve savaş ganimetlerinden pay aldıkları Urartu çivi yazılı belgelerinde bahsedilen metinlerden anlamaktayız. İşpuini oğlu Menua (İÖ 810-786) zor şartlar altındada olsa merkeziyetçi bir devlet yönetimi oluşturmayı başarmıştır. Kral Menua tarım alanında büyük işler başarmış antik dönemde örneği olmayan baraj ve sulama kanalları yaparak hem ekonominin sürekliliğini sağlamış hemde tarımsal anlamda bir devrim yapmıştır. Kritik bölgelerde otoriteyi sağlayabilmek amacıyla askeri yönetim merkezleri kurmuş, inşa ettiği yolların güvenliğini sağlamış, feodal beyliklerde zaman içerisinde güçsüzleşerek kurulmuş olan Urartu devletine katılmışlardır. Kral Menua ülke topraklarına kattığı her yeni bölgeye valiler
atayarak merkezin gücünü arttırmış, bu gelenek diğer krallar tarafındanda devam ettirilerek düzenli bir devlet sistemine geçilmiş diyebiliriz. Bu sistem Asur kralı III. Tiglatpileser'i etkilemiş, aynı düzeni kendi ülkesindede korumuştur. Urartu krallık merkezinde kral ve ailesi yönetimde söz sahibi iken taşrada askeri bölgelerde merkezden atanan valiler tarafından yönetilirdi.
Urartu krallığı babadan büyük oğula geçen monarşik bir sistemdi. Örneğin Urartu kralı İşpuini hayatta ve sağlıklı iken yönetimi oğlu Menua'ya bırakmıştır. Kral Menua'da yazıtlardan anlaşıldığı üzere bu geleneği yönetiminin ilk yıllarında kaldırmıştır. Kral Menua büyük oğlu İnuşpua'yı taht ortaklığından çıkarıp, veliahtlığına son vermiştir. Bu olaydan sonrada Urartu krallığındanki tahtın babadan büyük oğula geçmesi ve Urartu krallarının veliahtlarının kendilerine taht ortağı ilan etmeleri geleneği son bulmuştur.
Urartu Dini
Urartu devletinin dinide Anadolu'daki diğer devletlerde olduğu gibi çok tanrılı bir din olup
ve tanrılar güçlerine göre sıralanarak tanrının gücü orantısında kurban kesmişlerdir. Urartu dini
hakkındaki bilgileri az sayıdaki çivi yazılı tablet, seramik ve tapınak duvarlarındaki betimlerden
elde etmekteyiz. Urartu tanrı isimleri ile diğer medeniyet inançlarındaki tanrı isimleri birbirlerine benzerlik içermektedir. Hemen hemen her dinde olduğu gibi Urartu dininde de tanrının yanına bir tanrıça karısı olarak ifade edilmiştir. Urartuların baş tanrısı Haldi karısı ise Arubani idi. Tanrı Haldi hem baş tanrı hemde kralı kutsayan bir savaş tanrısıdır. Bu yüzden tanrı Haldi adına yapılan tüm tapınaklarda savaş kültü ile alakalı kılıç, ok, yay, kalkan, sadak, kemer ve miğferler burada saklanırdı. Ayrıca tanrı Haldi adına bağ, bahçe, kapı, kült merkezleri su ve sulama kanalları inşa edilmiştir. Urartuların ikinci tanrısı tanrı Teişeba'dır. Hitit tanrısı
Teşub ile isim benzerliği vardır ve onun simgeside boğadır. Fırtına ve gök gürültüsü tanrısıdır. Karısı tanrıça Hepat'tır. Urartuların üçüncü sıradaki tanrısı GÜneş tanrısı Şivini'dir. Karısı tanrıça Tuşpuea'dır. Urartu devleti dini hakkında en iyi bilgiyi Urartu kralı Menua oğlu İşpuini tarafından İS 9. yüzyılın sonlarına doğru yapılan ve her kapı yazıtında elde etmekteyiz. Bu yazıtta 79 tanrı adı törenlerde onlara adanacak sığır ve koyun sayısı yazılmıştır. Bundanda anlıyoruzki Urartu'da tanrılara kurbanlar savaş kazanmak, toprak verimliliğini arttırmak ve
dualarının kabulü için adanmıştır. Urartular su kaynaklarını, mağaraları, yüksek dağları, kayalıkları ve ağaçları kutsal sayıp tapınıyorlardı. Su kenarlarına balık yontuları yapıp (muhtemelen balıklar tanrıları simgeliyordu.) suyun kutsallığını, mağaralara meher kapı yazıtında olduğu gibi kurban kesilerek kutsallaştırıldığını kayaların sağlam ve kalıcılığından dolayı üzerine tanrılarını resmederek sonsuza dek yaşayacaklarını ve gücünü betimlemeleri ve ağacada bir çok betimde önünde tapınılan bir nesne olarak resmedilmesinden ağacındanda kutsallaştırıldığını anlamaktayız. Bu anlattığımız tamamen saray dini ile ilgili inançlardır. Urartu halk dini ayrı bir sınıflandırma konusudur. Fakat bu konuda pek fazla bilgi yoktur.
Urartu Ölü Gömme Geleneği
Urartularda ölüler soylu sınıfından gelenler ve krallar görkemli kaya mezarlarına gömülürken halk ölülerini basit mezarlara gömüyordu. İki çeşit ölü gömme geleneği vardı. Yakarak gömü ve normal gömü. Normal gömü pek fazla örneği görülmemekle beraber azda olsa kullanılmıştır. Yakarak gömü Urartularda hem soylu hem halk sınıfında en çok kullanılan ölü gömme geleneğidir. Bu tarz gömüde cesedin yakılan külleri bir küp içerisine konulur, üzeri yassı bir taşla kapatılır ve küpün omuz kısımlarında delik açılarak ölünün ruhunun özgürleştirilmesine izin verilir. Diğer toplumlarda da olduğu gibi Urartularda da ölüm sonrası yaşamın devamına inanıldığı için ölen kişinin özel eşyaları kendisi ile beraber gömülürdü. Urartularda kaya mezarları ihtişamlı bir mimari yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oda sayısı birden fazladır. Kayalara önce giriş oyulur daha sonra bura avlu olarak algılanıp etrafına odalar yapılır. Bu odalarda da karşımıza çıkan nişlere ölü hediyeleri, sekilerede ölü konulmuştur.

14 Ağustos 2007 Salı

12 Ağustos 2007 Pazar

Definecilik ve işaretlerin dili

Zengin geçmişe sahip olan topraklarımız beraberinde halkımızda define merakınıda ileri seviyelere taşımıştır. Bilinçsiz kazılar hem doğaya hem tarihi fazlasıyla tahrip etmiştir. İnsanlar arasında yaygın olan kanı höyük olsun tapınak olsun veya farklı bir yerleşim yeri olsun akla ilk gelen buralarda define olabileceği düşüncesidir. Bu düşünce yanlış ve tarihe zarar veren bir olgu haline gelmiştir. Her eski yerleşim bir define bölgesi anlamına gelmemeli iyice araştırılmalı bulunduğu bölgenin stratejik konumu ticaret yolları ile bağlantısı maden kaynaklarına yakınlığı sanatsal gelişimi göz önünde bulundurulmalı. Definelerin toprak altına gömülmesinin sebepleri farklılıklar gösterir. Kimi bulunduğu yerde doğal afetler, savaş sonrası acele bir göç sebebiyle bırakılmıştır. Kimide bilinçli olarak gömülmüş olup daha sonra gelip almak maksadıyla işaretlenmiştir. Bütün işaretlerde define anlamına gelmemeli. İşaretler defineyi anlattığı gibi bir devletin simgesi, bir kral veya beyin mührü, dini bir simgeyi veya kötülüklerden korunmak için yapılmış bir büyüyüde temsil eder. Anadolu'da en çok rastladığımız işaretlerin veya figürlerin anlamları şu şekildedir.
Çıplak kadın: Bu figür dini bir simge olmakla beraber defineyide işaret eder. Anadolu'da genelde bu figür kadının doğurganlığından dolayı bereketi ifade ederken ana tanrıçayı simgelemiştir. Bunun yanında çıplak veya hamile olması o civarlarda saklı bir defineyide simgeleyebilir.
Balık: Balık figürleri genelde su yataklarına yakın bölgelerde rastlanılan bir işarettir. Dönemin sanatçıları veya insanları balık avcılığını simgelemek için kullanmışlardır. Bunun yanında define işareti olarakta gömen kişi tarafından kullanılmıştır.
Ayak İzi: Bir çok kültürde korunmak amacıyla yerleşim yerlerine veya mağara girişlerine yapılmıştır. Tuzağıda simgelemektedir.
Akrep: Tehlike ve zorluğu simgeler.
Küp: Bölgede bir hazine bulunduğunu işaret eder.
Halka: Tuzağı simgeler. Bunun yanında küçük ve derin oyulmuş halkalar mezar yapılarını işaret eder.
Haç: Bunlar genelde dini simge olarak kullanılmıştır. Duvarlara boyalı olarakta yapılan haçlar sanatsal bir motiftir.
Yılan: Korunma ve büyü amaçlı olduğu gibi defineyide simgelemektedir.
Tavuk: Defineyi simgeler.
Tavuk ve civcivler: İkisinin beraber olması definenin büyüklüğünü simgeler.
At: Gücü ve orduyu simgeler. Şahlanmış vaziyetteki at hazinenin büyüklüğünü ve yönünü işaret eder.
El izi: Boyalı, kabartma veya oyma olabilir. Genelde korunmayı simgeler.
Boğa: Dini bir ögedir. Tapınmayı simgeler.
Aslan: Gücü simgeler. Kralın iktidarı ve koruma simgesidir.
Karışık yaratıklar: Korku ve büyüyü simgeler. (sfenks, aşırı büyük fantastik yaratıklar gibi)
Buğday başağı: Zenginlik ve bereket işaretidir. Defineyide simgeler.
Ok ve Yay: Avcılığı ve av için zengin bölgeleri işaret eder.
Bütün bu işaretleri yorumlarken yapılacak en güzel iş kendimizi geçmişteki insanların yerine koyarak düşünmektir. Çünkü her ne kadar zaman değişti, teknoloji geliştiysede işaret dili, inanç, büyücülük ve falcılık günümüzede geçmişten gelip aynı şekilde devam etmektedir. İşaretlerin yapıldıkları zemin baktıkları yön ve bulundukları bölge önemlidir, değerlendirirkende bütün bunları gözönünde bulundurmalıyız. İşaretler hemen hemen her yörede aynı olabilir
ama aynı şeyi ifade etmeyebilir.

10 Ağustos 2007 Cuma

İnandıktepe Höyüğü

Çankırı ilinin 22 km güneyinde İnandık köyü yakınlarında yer alan bir hitit yerleşimidir.
70x50 metre boyutlarındaki höyük yüksek bir tepede inşa edilmiş olup 4 yapı katmanına sahiptir. Son yapı katı ortaçağ dönemine ait bir kiliseyi 2., 3. yapı katları Frigleri, 4. ve ilk yapı katmanıda Hitit denemine aittir. Burdaki en önemli yapı bir tapınak yapısıdır. Bu tapınak sekiler halinde aşağıdan yukarıya kadar arda arda odalardan düzenlenmiş bir yapıdır. Duvarlarda malzeme olarak kalker taşı çatıda ahşap kullanılmıştır. 2 katlı yapı olup birde teras katına sahiptir. Sıvalı olan taş duvarlar badanalanmıştır. Yapı birde yangın geçirmiş olup yangın sırasında büyük erzak küpleri depoda kalmıştır. Oda zeminleri toprak dökülerek sıkıştırılmış, çok az odada ise taş döşenmiştir. İnandıktepe höyüğünde çok sayıda kutsal amaçlı seramik kaplar bulunmuştur. Bunların içinde en önemlisi üzerinde Hitit dini törenlerini anlamamızda yardımcı olacak kabartmalı 4 kabartma firizli, 2 geometrik desenli toplam 6 firizden oluşan
İnandıktepe Vazosu'dur. Bu vazonun üzerindeki betimlerden Hitit sosyal yapısını, dini inanışlarını, dini törenlerini, giydikleri kıyafetler ve tanrıları hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Bu vazo ele geçen başka bir örneği olmadığı için kıymetli bir eserdir. Birinci firizde tören kapları, tören yemeği, çalgıcılar eşliğinde sunağın etrafına oturmuş tanrıların yemeği ve onlara bir anlamda tapınan iki rahibin dansı resmedilmiştir. İkinci firizde fırtına tanrısının kaide üstünde duran kutsal hayvanın boğa heykeli önünde kurban edilmesi ve devamında lir çalan bir çalgıcı eşliğinde dua eden kralın tanrıya boğa kanı adaması betimlenmiştir. Üçüncü firiz tanrı ve tanrıçayı temsilen kral ve kraliçenin kutsal evlenme sahnesi resmedilmiştir. Dördüncü firiz evlenme sahnesidir. Erkek başını arkaya çevirmiş, çalgı çalan kadına bakmaktadır. Bunun devamında da çalgıcı erkekler arasında gösteri yapan iki akrobat vardır. Kral ve kraliçenin kutsal evlilik sahnesinde devam eden bu friz Hitit halkının evlenme törenini kutsamasını resmeder.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Küp Gömü

Bir tür ölü gömme geleneğidir. Soylu zenginlerden ziyade sadece halkın kullandığı bir sistemdir. Anadolu'da sık görülen bir ölü gömme geleneğidir. Ölü küp içerisine genelde "hoker" (bebeğin ana rahmindeki duruş şekli) tarzı konulur. Bazende ceset yakılarak külleri küp içerisine yerleştirilir. Halka ait olduğu için içerisine genelde ölü hediyesi konulmaz. Konulanlarda günlük yaşamda kullanılan basit malzemelerdir. Bu küplerde ya yerleşimin içine yada yerleşim yerine yakın yerlerde toprağa gömülür.

Sikke (para) kullanılmadan önceki ticari hayat

Sikke veya günümüzdeki deyimiyle para kullanılmadan önce farklı alışveriş yöntemleri denenmiştir. İnsanlara yerleşik hayata geçmeden önceki dönemlerde böylesi bir ticaret aracına ihtiyaç duymuyorlardı. Zaten küçük olan topluluklar kendilerine yetecek kadarki ihtiyaçlarını topraktan tarım yoluyla, hayvandan avcılıkla sağlıyordu. Süreklide yer değiştirdikleri için kendilerine yük etmemek için çok fazlaya malzemeyede ihtiyaç duymuyorlardı. Neolitik dönemde insanlar yerleşik hayata geçtikten sonra küçük veya büyük kentler oluşmaya
başlamıştı. Yerleşim yerleri büyüyüp geliştikçe ihtiyaçlar artıyor, yeni meslekler ortaya çıkmaya başlıyordu. Buda zorunlu bir iş bölümünü getirmişti. O dönemde en önemli kaygılardan biri güvenlikti. Herkes hep birlikte aynı işi yapamayacağı için farklı meslek dallarıda oluşunca insanların ihtiyaçlarıda artıp değişiklik göstermeye başladı. İlk önce ticaret gelişim gösterdi. Panayır alanları kuruldu. Buralardanda alışveriş yapmak için insanlar değiş-tokuş (barter) sistemini kullandı. Belli bir zaman sonra insanlar için bu sistem zorluklar çıkarmaya başladı. Çünkü insanlar bir arada yaşadıkça zamanın teknolojiside gelişim göstermeye başladı. Bu gelişimle beraber ortaya çıkan yeniliklerde farklı bir ihtiyaç ve lüks olmaya başladı. Bunu karşılamakta değiş-tokuş için zor oldu. Karşı tarafta var olan bir malzeme bir değirinin ihtiyacı iken almayı düşünen kişinin elindeki malzeme karşı tarafın ihtiyacı olamaya biliyordu. Buda insanları farklı yönlere sevketti. İlk önceleri "ingot" (külçe; ki bu bazen hayvan derisi şeklinde metalden yapılmışta olabiliyordu.) kullanılmaya başlandı. Bunun yanında da herkesin ortak ihtiyacı olan buğday o zamanın parası olarak değer kazanmıştı. Zamanla altın ve gümüş gibi değerli metaller keşfedilince, parçalandığı vakitte değer kaybetmediği için yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bundan sonra her metale kıymeti kadar değer biçilerek ticaret yapmak biraz daha kolaylaştı, gelişti ve bununla beraber dışarı açılma kültürler arası alışveriş ve etkileşimde arttı. Değiş-tokuş sistemi her ne kadar beraberinde zorlukları getirmişsede günümüzde bile halen kullanılan bir sistemdir. Çok az olmakla beraber ulaşımı zor olan köy yerleşimlerine giden halk dilinde çerçi olarak bildiğimiz satıcılar bu sistemin çağdaş dönem uygulayıcılarıdırlar. örneğin halen bile köylerde bu tür insanlardan yün, yumurta, buğday, süt ve süt ürünleri karşılığı alışveriş yapılmaktadır.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Kaya Mezarları


Kaya mezarları Anadolu'da muhtemeldirki halkın soylu zümresi için yapılmış bir mezar türüdür. Bulunması ve ulaşılması kolay olduğu içinde hemen hemen hepsi açılmış veya soyulmuştur.Bu gün kaya mezarlarından bize kalan onları olduğu gibi koruyup geleceğe aktarmak.Kaya mezarları kayanın içine tek bir odalı veya birden fazla oda şeklinde oyularak yapılır. Odanın içerisine ölünün yatırıldığı bir seki yapılır, yanınada özel eşyaları konulur.Yer seçimi yapılırkende genelde yüksek kayalıklara ve cepheden bakıldığında dikkat çekmeyen bölgelere yapılır. Bu ölü gömme geleneği en sık Urartular'da görülmekle beraber Anadolu'nun diğer bölgelerinde de eski uygarlıklar tarafından kullanılmıştır.



5 Ağustos 2007 Pazar

Sofradaki Horoz

Bilindiği gibi zengin bir kültürel mirasa sahip olan Anadolu toprakları üzerinde yaşayan insanlarımızda aşırı bir define merakı vardır. Bu bazen tarihe zarar verirken bazende komik olaylar yaşanmasına sebep olmuştur. Defineciler arasında en yaygın olan arama metodu kendisini dini yönden bilgili tılsımları çözebilen ve büyü ile altın bulabileceğine inanan insanlardan yardım almaktır.
Zamanın birinde bir Anadolu köyünde tonlarca altın olduğu dilden dile dolaşarak efsaneleşmiştir. Bu öykülerin halk arasında fazlaca abartıldığını biliyoruz. Köy halkından bir kaç kişide adını duydukları bir hocadan telefon yoluyla yardım isterler. Hoca onlara geleceğini o yöreyi inceleyip onlara yardımcı olabileceğini söyler. Ama bir şartı vardır. Oraya geldiğinde üzerinde leke olmayan bembeyaz yaşını doldurmuş bir horoz ister. Bu horozu ayağına bağlayacağı bir muska ile sabah güneş doğmadan önce havanın aydınlanmaya başlayacağı saatte definenin olduğu söylenen araziye bırakılarak gezdirilecek ve horozun öttüğü yerde definenin olduğu yer tespitedilecektir. Hoca ayrıntısı ile anlatmamıştır ama tarif ettiği gibi bir horozun hazır olmasını ister. Daha sonra hoca kararlaştırdığı tarihte o köye gider. misafirperver anadolu halkı hocasını karşılar ve ilk önce ona uzun yoldan geldiği için aç olup olmadığı sorulur. Hocada elbette açım der. Ve ona sofra hazırlanır. Sofrada hoca için kesilip pişirilmiş horoz eti vardır. Yemek yenildikten sonra çay faslına geçilir. Çay içilirken gidilecek bölge ve hocanın istediği horozun hazır olup olmadığı hoca tarafından sorulur. Ev sahibi horozun hazır olduğunu gidip hanımından isteyip geleceğini söyleyerek odadan çıkar. Bir kaç dakika sonra ev sahibi asık bir surat içeri girer ve aynen şu cevabı verir "Hocam biz hanıma horozu ayırmasını söylemiştik ama tam olarak ne yapması gerektiğini söylemediğimiz için onlar o horozu senin için keserek sofraya koymuşlar. Yani anlayacağın hocam bir o horozu yedik."

4 Ağustos 2007 Cumartesi

Tümülüs

Tümülüs kelimesi latince bir kelime olup türkçe karşılığı yığma tepedir. Genelde zengin olan insanlar ve krallara ait mezar yapılarıdır. Anadolu'da başta Frigler olmak üzere bir çok medeniyet bu mezar sistemini kullanmıştı. Tümülüsün büyüklüğü gömülü kişinin statüsüne bağlı olarak değişebilir. Tümülüsler genelde zemine oturtulan bir odanın üstüne toprak yığılarak yükseltilir. Mezar odası merkezde olabileceği gibi farklı yerlere yerleştirilebir. Bunun sebebi içerisine konulan değerli eşyaları mezar hırsızlarından korumaktır. Çünkü günümüzde olduğu gibi geçmiştede tümülüsler sürekli soyulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Tümülüslerde Mimari Yapı:İlk önce zeminde genelde kare şeklinde kerpiç veya taştan bir mezar odası yapılır. Üzeri ahşapla örtülür. İçerisindede cesedin üzerine konulduğu bir seki yapılır, bazen masada konulabilirdi. Giriş için herhangi bir yön seçilmez. Bazen uzunlukları değişebilen koridorlarlada dışarı giriş bırakılabiliyordu. Mezar odası bittikten sonra üzerine çakıl taşları dökülür su sızdırmaması içinde çakılın üstüne kalın bir kil tabakası dökülür. Bu işlemlerden sonrada bildiğimiz toprak dökülerek istenildiği oranda yükseltilebiliyordu. Çok az görülmekle beraber bazen bunları koruması için farklı yönlere bekçi kulübesi içerisinede bekçinin cesedi ve yemek ve içki kapları konulabiliyordu. Bazı örneklerdede düz zemin yerine doğal kayalıklarda kullanılabiliyordu.
Tümülüslere Konulan Hediyeler: Mezar odasının içerisine cesedin yanına ölüm sonrası yaşama inanıldığı için yemek ve su kaplarının yanında gömülen kişiye ait özel eşyalarıda konulabiliyordu. Hatta bazen bu kişiye ait çok sevdiği ve hayatında özel bir yere sahip olan atıda konulabiliyordu. Bu kişinin savşçı özelliği varsa kendisine ait zırh, kalkan, kılıç gibi savaş malzemeleride konulabilir. Örneğin Frig kralı Midas'a ait tümülüste kendisine ait özel eşyalarının yanında atı, zırhı, ve kılıcıda konulmuştur.
Ülkemizde Sık Görüldüğü Yerler: Başta Friglerin başkenti Polatlı-Gordion'da olmak üzere İçanadolu bölgesi, Ege bölgesi ve çok sık olmamakla beraber Doğu Anadolu ile diğer bölgelerdede görülmektedir.