25 Eylül 2007 Salı

Firavunun Günümüze Hediyesi

Geçmişin en büyük medeniyetlerinden Mısır'da Mısırlı bir arkeolog ekibi tarafından yürütülen çalışmalarda firavun Tutankamon'un mezarında 3 bin yılı geçkin bir zamana ait ve çok iyi korunabilmiş 8 sepet meyve bulundu.Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi açıklamasında, arkeolojik bulgunun, Mısırlı ekip tarafından,Krallar Vadisi'ndeki Firavun Tutankamon mezarının hazine odasında yapılan çalışmalar sırasında bulunduğunu belirtti.50 cm boyundaki sepetlerde bulunan ve Eski Mısır'da ölülere sunulan palmiye meyvesi hurmanın hala iyi durumda olduğu açıklandı.

11 Eylül 2007 Salı

Suberde

Konya Seydişehir'in 11 km güneydoğusunda yer alır. Suberde'de yapılan kazılarda 4 tabaka tesbit edilmiş, birinci tabaka İslamiyet, Bizans ve Roma dönemlerine ait buluntuları içermektedir. 2. ve 3. tabakalar neolitik döneme aittir. 4. tabakada herhangi bir buluntu ele geçmemiştir. 2. tabakada 15 cm kalınlığında kırmızı tuğla harcı ele geçmiştir. Küçük taşlarla döşenmiş zemin, kerpiç duvar parçaları ve çok kötü bir işçiliğe sahip sıva vardır. Kerpiç duvarların altında taş temel yer alır. 3. tabakada 125 cm kalınlığında yapılmış kahverengi tuğla parçaları ile birlikte bir ocak ve kül bulunmuştur. Suberde'de domuz dışında evcilleştirilmiş herhangi bir hayvan kalıntısı bulunmamıştır. Burada yaşayan halkın tarımla uğraştığını gösteren herhangi bir malzemede bulunmamıştır. Bu höyüğün 2. tabakasının Çatalhöyük 10. tabakadan eski olduğu 3. tabakanında keramiksiz çağdaşı olduğunu düşünebiliriz. 2. ve 3. tabakada herhangi bir mimari gelişim yoktur.

7 Eylül 2007 Cuma

Acemhöyük

Aksaray'ın 18 km kuzeybatısında Yeşilova kasabasında yer alır. 700x600 metre boyutlarında 20 metreyüksekliğinde büyükçe bir höyük ve onu çevreleyen bir aşağı şehirden meydana gelmiştir. Yapılan kazılar sonucu çok sayıda tabakanın tunç çağı ile Asur ticaret kolonileri çağına ait olduğu saptanmıştır. Aşağı şehirde de yalnızca Asur dönemi kalıntıları bulunmuştur. Bu yerleşim yeri en görkemli dönemini İÖ 2500 döneminden sonra Asur ticaret kolonileri çağında yaşar. İÖ 18. yüzyılda büyük bir yangın bu görkemli döneme son vermiştir. Bu yangından sonra şehir 2 kez daha inşa edilir, fakat bu dönem çok uzun sürmez İÖ 1700'den sonra yerleşke tamamen terk edilir. İÖ 6. yüzyılda uzun bir aradan sonra yerleşim yeri tekrar kurulur, Roma döneminin başına kadarda devam eder. Acemhöyük adınıda aldığı bu yerleşme yeri son olarak Yavuz Sultan Selim tarafından bölgeye yerleştirilen İran Azerileri bu höyüğü kullanmışlardır.
Buradaki ekonomik ve sosyal hayat hakkındaki bilgileri Asur ticaret kolonileri çağındaki çivi yazılı tabletlerden almaktayız. Bu tabletlerde "Büyük Kral" tarafından yönetilen üç kentten bahsedilmektedir. Bu kentlerden biride Acemhöyük'tür. Höyüğün güneyinde yer alan 3600 metrekarelik bir alana sahip 50 odalı 2 katlı Sarıkaya sarayı burdaki büyük kral tarafından kullanılıyordu. Bu sarayın dışında plan ve malzeme bakımından benzer bir sarayda höyüğün kuzeyinde yer alan Hatipler Sarayı'dır. Bunların dışında yine aynı malzemeden inşa edilmiş resmi işler dışında kullanılmış 2 büyük hizmet binası daha yer almaktadır. Hatipler Sarayı'nın yanında yer alan 2 metre çapında 12 fırın ve yanında yer alan mutfaklar saraylara hizmet için inşa edilmiş binalardır. Buradaki saraylarda ele geçen büyük çoğunluğuda sarı kaya sarayında
saklı olan mühürlü kil tabletler Anadolu'nun en büyük höyüklerinden biri olan Acemhöyük'ün ticari ve sosyal ilişkilerde bulunduğu bölgeler hakkında bilgi verir. Buradaki mühürlerde Asur, Babil ve Suriye etkisi göze çarpmaktadır. Asur kralı Samsi-adad'a ve çağdaşı Mari ve Sim'al oğulları ülkesi kralı Yahdun-limin kızına ve Kargamış Kralı Aplahanda'ya ait olan kil tabletler en önemlileridir. Sarı kaya sarayının içindeki kazılarda bulunan fil ve su aygırı dişlerinden yapılmış yatak, taht parçaları, oyun tahtaları ele geçmiştir. Bu eşyalar motifler heykelcikler ve kabartmalarla bezenmiştir. Bozulmadan günümüze kadar gelmiş kırmızı boyalar, altın kakmalı eşyalar, güçlü ve görkemli bir sanatın varlığını göstermektedir. Ayrıca yine burada tamamen işlenmemiş fil dişi eserlerin ele geçmeside bunların burada yapıldığını gösteren bir atölyenin varlığını ispatlamaktadır. Bunların yanında çok sayıda opsidiyenden yapılmış vazo, kadeh, riton ve altın iplikle süslenmiş boncuklu kumaşlar sarayın renkli sanatından örnekler vermektedir. Bu görkemli hayatın ve zengin süs eşyalarının varlığının en önemli nedenide buranın zengin maden yataklarına yakın olmasındandır. Bütün bu özellikleri ile Acemhöyük bölgenin önemli bir maden
merkeziydide diyebiliriz. Bütün bunların yanında tartıda kullanılan taş ağırlıklar, altın, gümüş, tunç, bakır ve kurşundan yapılmış süs eşyaları, heykelcikler, silahlar, ele geçmiştir. Dışarıda höyüğün 500 metre güneydoğusunda bulunan bir mezarlık ölülerin şehir dışına gömüldüğünü göstermektedir. Burada ölüler genelde yakılarak veya normal şekilde gömülmüştür. Küp gömü
ve normal mezar gömüyü bir arada görmekteyiz. Yine bu mezara hediye olarak kemik fil dişi taş tunç kurşun altından yapılmış malzemeler bırakılmıştır. Araziye uygun olarak eğimli yağılmış sokakların genişlikleri 2 ila 4,5 metredir. Yollar çok az görünmekle beraber çakıl taşı çanak kırıkları ve kemik parçaları ile döşenmiştir. Konut olarakta kerpiç malzemeden yapılmış
2 ila 5 odalı yamuk dikdörtgen ve kare planlı yapılar kullanılmıştır. Kilden yapılmış temiz su ve atık su kanalları yer almaktadır. Yerleşim yerindeki odaların seki altlarında çoğunlukla bebek ve çocuk çok azda olsa yetişkin cesetleri küp gömü veya normal gömü şeklinde gömülmüşlerdir.

Sikke Kullanımı

Sikke kullanılmadan önce ticari hayat çok büyük zorluklar içeriyordu.Değiş-tokuş sisteminde yapılan alışverişte istenilen şeyi hem almak, hemde karşı taraf ile anlaşmak zordu. Anlaşılsa dahi karşılığında verilecek değeri hesaplamak ve getirmek gayet zordu. Bu değer genelde herkes için önemli ve aynı değere sahip olduğundan buğday karşılığı hesaplanıyordu, bir anlamda buğday o zamanın para birimi idi.
Ama artık şehirler oluşup büyümüş, yeni hizmet birimleri ortaya çıkmış, zamanın teknolojisi gelişmiş, sınıfsal ayrım daha belirginleşmiş bu da değerli bir madenin alışveriş aracı olarak kullanılmasına gerekli ortamı hazırlamıştır.İlk elektron (altın ve gümüş karışımı) sikke M.Ö. 7.yy ortalarında kullanılmaya başlanmıştır. Bu sikkelerde ön yüzde aslan başı, arka yüzde bir veya birkaç tane çukur darp edilmiştir.Yine aynı döneme yakın bir tarihte Kıbrıs adasında bazı elektronlar ele geçmiştir.Kıbrıs adası ve Ege bölgesinde Gediz nehrinin etrafı doğal elektron yönünden zengin bölgelerdi.Bu zenginlik ve diğer şartların da oluşmuş olması buralarda elektron sikkelerin kullanımını hızlandırmıştır.İlk dönem sikkellerinde şehir damgalarının yerine kralın veya zengin, soylu ailelerin simgesel darpları yeralmıştır.Buda gösteriyorki ilk dönemlerde sikke aristokrat kesim ve krallığın idaresi altında idi.Daha sonra zamanla demokrasinin gelişimesi ve şehir devletlerinin güçlenmesiylede sikkeler üzerinde şehir veya halkın ortak olan değer simgeleri yer almaya başlamış halk tarafındanda kullanılarak gelişimini hızlandırmıştır.
Önceleri sadece ön yüzde resim arka yüzde çukur olan sikke değişim geçirerek ön yüzüne halk tarafındanda kabül gören ortak bir simge (kral, tanrı, kahraman vb.) ile birlikte yazıt eklenmiş, arka yüzede çukur yerine ön yüzü tamamlayan bir resim ve basıldığı yeri belirten bir yazıt eklenerek gelişimini sürdürmüştür.Günümüzde kullanılan madeni ve kağıt paralar bile taslak olarak oazmandan çok farklılık göstermemektedir.

2 Eylül 2007 Pazar

Hitit Dini

Boğazköy'de ele geçen çok sayıda tablet, Yazılıkaya açık hava tapınağında kayaların üzerine resmedilmiş tanrı ve tören kabartmalarından, Mısır ile olan siyasi ve kültürel ilişkilerinden yine Anadoludaki diğer Hitit yerleşim yerlerinden ele geçen kaynak bilgiler sayesinde Hitit dini hakkında ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz.
Hititler gittikleri ve bulundukları her bölge halkının tanrılarını kendi tanrıları olarak kabul etmişler ve bunun sonucunda da çok tanrılı bir din ortaya çıkmıştır. Hatta bazı hitit metinlerde "bin tanrılı halk" diye geçmektedir.Çok tanrılı inanç sistemini Anadoluda Hitit öncesi ve sonrası ki dönemlerde de görmekteyiz ama ilk defa Hititlerde bu kadar kalabalık binlerle ifade edilen tanrı inancı görmekteyiz.
Hititlerin baş tanrısı tanrı Teşuptur.Bir çok tablette adını kaya kabartmalarında resmini daha önde ve en çok saygıyı gören tanrı olarak görmekteyiz.Karısı Hepat Teşuptan sonra ikinci sırdadır ve genelde onunla resmedilirken üçünçü derecede saygıyı gören ise yazıtlarda "Arinna şehrinin güneş tanrıçası" olarak geçen güneş tanrıçasıdır.
Hitit dininde, tanrılar adına ve sel, deprem gibi doğal felaketlerle salgın hastalıkların sebebi olarak gördükleri tanrıların kızgınlıklarını öğrenebilmek amacıyla düzenledikleri bayramlarda önemli bir yer tutar. Hitit bayramlarının sayısıda oldukça fazladır ama bunların içinden ilkbaharda düzenlenen Purilliyas ve AN-TAH-ŞUM-SAR bayramları en önemli iki bayramdır.Bayramlarda genelde Tanrı Teşup ve karısı Hepat önünde yer alan sunakta tanrılara kurbanlar adanıp, libasyon yapılırken çalgıçların yaptığı müzik eşliğinde dans edenler, gösteriler yapan cambazlar yer almaktadır.
Hitit dininde büyü ve falcılık da önemli bir yer tutar. Falcılık konusunda da oldukça ilerlemiş bir halktır. Hititlerde büyü ve falcılığın önemini Babil fethinden dönen I.Murşilinin beraberinde getirdiği şair, sanatçı, bilim adamı ve falcılardan anlamaktayız.

30 Ağustos 2007 Perşembe

Mitoloji

Mitoloji: Mitos + logos=söz, nutuk veya zamanında geçen olaylar anlamına gelir. Mitos, Yunancada söz, öykü demektir. Mitoslar insan ülke topluluklarını ve tabiat olaylarını kişileştirerek henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evrenin görünümlerine birer anlam kolaylığı bağlamak ihtiyacından doğmuştur. Tabiat üstü ve fizik ötesi konuların yanı sıra tabiat kuvvetleri ile yarışa girmiş, onlarla savaşmış ilk kahramanların kimliklerini ve destanlarını anlatan bir daldır. Mitoslar doğa kuvvetlerinin kişileştirilmesi canlı varlıklar veya ölümsüz tanrılar halinde tasarlanmıştır. Destan kahramanları mitoslardaki tanrılar ve tanrısal konular hayattaki insanlar arasındaki ilişki kuramlarıdır. İlk çağların insanlarından tabiat kuvvetlerinin fizik ve epik konularını yansıtan dizelerinde başlangıcıdır. İlkel insanların fizik atılımlarına ek olarak metafizik ve psikolojik davranışı belgelerler. Taşıdıkları sevgi gücü yer yer insan yaratılışındaki zaaf ve tutkuları çağlar üstü bir kesinliğe çok yönlü bir kullanış imkanına bağlamış olmaları ile mitoslar bugünde sanatın yararlandığı bir ilham ve kültür kaynağıdırlar. Mitoslar bilgisi ve mitosların
sistemli bir şekilde toplamı demek olan mitolojinin diğer bütün milletlerin ilk çağ efsanelerinden önce bir tür latin öykülerini öykülerini getirmesi Yunan ve Latin mitolojisinin yüzyıllardır Avrupa sanat ve edebiyatını en geniş ölçüde beslemekte olmalarından gelmektedir.
Mitoloji, söylenen veya duyulan söz, masal, öykü, efsane bilimi anlamına gelir. İnsanlar duyduklarını anlatırken akıllarında biçimlendirdikleri süslü sözler ekleyerekte hikayeleri abartarak anlatmışlardır. Bunlar şair ruhlu insanlar ise kulağa daha hoş gelecek şekilde anlatılmıştır. Belirli bir uygarlığa yada dinsel geleneğe uygun inançları uygulamalı kuralları yada doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte yaşanmış olayları aktaran ama din ve törenlerle bağlantılı çoğunlukla kökeni bilinmeyen ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler, aynı zamanda din ve başlangıçtaki olayların efsanevi anlatım tarihidir.
Bu çok özel mahiyetteki karakterleri anlatımında ve hikaye edinişinde tabiat üstü varlıklar
bir yada birden fazla merkezi bir rol oynamaktadır. İnsanın yaratılışında var olan doğaya anlama ve yorumlama eğilimi evrenin yapısını ve oluşumunu açıklamaya yöneltmiş ve yaratılış mitosu ortaya çıkmıştır. Mitos insanın kendisi ile doğayla ve kendisini açtığı duyumsadığı güçlerle çok özel bir münasebetini ifade biçimi olmuştur. Mitolojik düşünce insanın kendisi ile bir değer ve anlam kazandığı böylece insanın insana köle olmasını engelleyici bir güç kuşağı oluştururken doğayı insan için daha yaşanılır ve katlanır kılmaya vasıta olan araç yerine geçer. Toplumun ve dünyanın nasıl ve niçin yaratıldığını insanların bu şart içinde varoluşlarını anlatmak kendilerini kuşatan doğayı verimli tanımaları için zorunlu bilgiler vermek amacına yöneliktir. Mitoloji dünyası eski kültür dillerinin dünyasıdır. Burada yer alan olaylar tarihi zamanın dışında yer alan efsanevi bir zamanda cereyan edip giderler. Mitolojik anlatımların pek çok özelliği arasında başlıcası onun zaman içerisinde yerleştiği çerçevesidir. Mitolojik anlatımların geçerliliğide sözü edilen zaman ve mekanın ışığında oluşmasında yapılandır. Kronolojik tarih ve zamanın dışında kutsal bir zaman olarak değerlendirilmesinde mitolojik olguların kahramanları güncel zamanın dışında bulunduklarından her asır ve her zaman kesitinde onlarla çağdaş olunabilinmektedir.

24 Ağustos 2007 Cuma

Horozun Yaptığına Bak

Bizim hocayla arkadaşları güzel bir yer keşfetmişlerdir. Anlatılanlara göre bu bakacakları alanda tonlarca osmanlı altını vardır ve tam yerini horoz belirleyecektir. Horozun onlara yer göstermesi için de sabah güneş doğmadan önceki aydınlık zaman ile güneş doğana kadar olan zaman dilimi arasındaki vakittir. Hoca ve arkadaşları geceden horozlarını da yanlarına alarak keşif bölgesine gelip güneş doğmadanki ilk ışıkla harekete geçerler. Zavallı horozun ayağına uzunca bir ip bağlayıp arazide dolaştırmaya başlarlar. Definenin olduğu yerde boynunda muska olan lekesiz beyaz horoz ötecektir. Ama ne hikmetse horoz bir türlü ötmez ve güneş ışıklarıda artık arkadaşların üzerine doğmuştur.
-Hocam güneşde doğdu ne olacak şimdi.
-Valla bilmiyom ki.
-Ama hocam burada define var hemde tonlarca.
-Yahu bende biliyom ama.
-Hocam belki horoz ötmeyi bilmiyo.
-yok heralde bu yaşını doldurmamıştır çünkü burada define var biliyom.
Gün iyice ışıyınca horoza bakarlar ve şu sözle hepsi rahatlar;
-Hocam bu horozda ben var baksana.
Hoca:
-Tabi ya gece onun bunun kümesine girer karanlıkta beyaz horoz getirsen olacağı bu.

Altın Testi

Alacahöyük prens mezarlarında bulunmuş (M.Ö.2100-2000) tarihlerine ait altın testi. Hatti sanatı örneğidir. Anadoluda Hitit ve Frigler'de bolca örneğini gördüğümüz gaga ağızlı testi formundadır. Üzeri geometrik desenlerle bezenmiştir. Mezar hediyesi olarak kullanılmıştır.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Ana Tanrıça

Resimdeki eser M.Ö. 7000-5500 yılları arasındaki Neolitik Dönem'e aittir. Kadının doğurganlığından dolayı bereketle bağdaştırlımış olup ilk çağlardan beri hemen hemen her kültürde bir ana tanrıça kültü vardır. Buradaki ana tanrıça heykelide Çatalhöyük'te bulunmuştur. İri vücut hatları bereketi ve doğurganlığı simgelemektedir. Her kültürde var olan bu ana tanrıça idolü kültürlerin kendi dillerinde isimlendirildiği için içerik olarak aynı olan bu kültür isim olarak zengin bir literatüre sahiptir. Örneğin Frigler'de Kibele, Hititlerde Kubaba, Eski Yunan'da Artemis olarak isimlendirilmiştir.

Hurri ile Şerri

Hititlerin baştanrısı Teşub'un kutsal boğalarıdır. Bazı betimlerde Tanrı Teşub'un arabasını çekerkende görmekteyiz. Hemen hemen bütün kutsal içerikli tasvirlerde Tanrı Teşub'un yanında görmekteyiz. Boğalardan biri geceyi, diğeri gündüzü simgeler. Bu eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedirler.

Hasanoğlan Heykelciği


Ankara ili Elmadağ ilçesi Hasanoğlan beldesi sınırları içerisinde ele geçirilmiş M.Ö. 2100-2000
yıllarına ait Hatti sanatının güzel bir örneğidir. Rastlantı sonucu Hasanoğlan'da kayaların arasında bulunmuştur. Muhtemelen mezar hediyesi olarak düşünülüp yapılmış; baş, göğüs, gövdedeki kemer ve ayaklarındaki halhallar altından yapılmıştır. Eserin baş yapısının arkası Hititler'de altın ve gümüşten yapılmış, dini törenlerde sıvı sunu (libasyon) yapılmakta kullanılan testilerin üzerindeki desenlerle benzerlik göstermektedir.

Grek dini

Yunanistan merkezli Grek dininde tanrılar ve heroslarla zenginleştirilmiş mitolojilerle dolu
bir dinin varlığı görülür. Grekler tanrıları insan gibi düşünmüşler, bunun sonucunda da tanrıların hayatları ile kendi hayatları arasında benzerlik kurarak açıklamaya çalışmışlar ve bu sayede oldukça renkli bir din ortaya çıkmıştır. Grek dini asıl olarak tanrılar adına yapılan adak, kurban, libasyon (sıvı bir şeyi tanrıya sunmak örneğin kurban kanı) şenlik ve olaylardan meydana gelir. Grek dünyasının değişik bölgelerinde yerel dini özellikle Atina Akropolü'nde kutlanan ve bütün grekleri bir araya toplamayı amaçlayan dini şenlikler önemli bir yere sahiptir. Klasik Yunanistan'da Olympia, Pythia, İstmia, Nemea adlı büyük bayramlar vardı. Bunlar arasında Tnarıça Athena onuruna dört yılda bir düzenlenen kadın ile erkek yarışmacıların birlikte katıldığı Pon Athenaia oyunları tanrıça Demeter ve kızı Kore (Persephone) için düzenlenen baharın müjdecisi sadece kadınların katıldığı Thesmophorien şenlikleri ile greklerin baş tanrısı Zeus için düzenlenen sadece çıplak erkeklerin katıldığı ve dört yılda bir düzenlenen olimpiatlar sözünü ettiğimiz yarışmaların en önemlileri oluşturmaktadır. Artemis için Anadolu'da kutlanan Leukoferien bayramlarıda anmya değerdir. Greklerin ölüm sonrasına ilişkin düşünceleride son derece ilginçtir. Ölülerin mezarlarında maddi olarak yaşadıklarına inanan Grekler bunun için çeşitli eşya ve sunular hazırlayarak mezara bırakırlardı. Mezarın iç kısmına bırakılan bu
hediyelerle yetinmeyen Grekler mezarın üstü için üzerinde kabartmalı figürlerin bulunduğu mezar stelleri dikmişlerdir. Heykeller yontarak mezarlar üstüne hazırlamışlar, üzerlerini Kline ve Ekfora sahneleri ile bezemişlerdir.

16 Ağustos 2007 Perşembe

Urartular

Urartu Siyasal Tarihi
İÖ 13-11. yüzyıllar arasında Anadolu topraklarının güneyinde büyük bir medeniyet olan Asur devleti sürekli bulunduğu toprakların kuzeyine ani baskınlar düzenleyip yağmalıyordu. Burda yaşayan küçük beylikler bu yağma saldırılarına karşı koyabilmek için Nairi Konfederasyon'u adı altında birleşmişlerdi. İÖ 9. yüzyıl yarısında Asur krallığı yağma seferlerini arttırmış ama kral Aramu ve I. Sarduri komutasındaki Urartu ordusu güçlü bir direnişle Asur kralına karşı koymuştur. İÖ 9. yüzyılın ortasında Urartu krallığını Litupri oğlu I. Sarduri yönetirken başkent Tuşpa'da (bugünkü Van) güçlü bir savunma yapabilmek için burada birde kale inşa ettirmiştir. Kral Menua dönemine kadar Urartu devleti feodal beyliklerin kurduğu topluluktan oluşuyordu.
İçişlerinde serbest olan bu feodal beylikler Urartu devleti'ne küçük miktarda vergiler ödediklerini, savaşlara kendi güçleri ile katılan ve savaş ganimetlerinden pay aldıkları Urartu çivi yazılı belgelerinde bahsedilen metinlerden anlamaktayız. İşpuini oğlu Menua (İÖ 810-786) zor şartlar altındada olsa merkeziyetçi bir devlet yönetimi oluşturmayı başarmıştır. Kral Menua tarım alanında büyük işler başarmış antik dönemde örneği olmayan baraj ve sulama kanalları yaparak hem ekonominin sürekliliğini sağlamış hemde tarımsal anlamda bir devrim yapmıştır. Kritik bölgelerde otoriteyi sağlayabilmek amacıyla askeri yönetim merkezleri kurmuş, inşa ettiği yolların güvenliğini sağlamış, feodal beyliklerde zaman içerisinde güçsüzleşerek kurulmuş olan Urartu devletine katılmışlardır. Kral Menua ülke topraklarına kattığı her yeni bölgeye valiler
atayarak merkezin gücünü arttırmış, bu gelenek diğer krallar tarafındanda devam ettirilerek düzenli bir devlet sistemine geçilmiş diyebiliriz. Bu sistem Asur kralı III. Tiglatpileser'i etkilemiş, aynı düzeni kendi ülkesindede korumuştur. Urartu krallık merkezinde kral ve ailesi yönetimde söz sahibi iken taşrada askeri bölgelerde merkezden atanan valiler tarafından yönetilirdi.
Urartu krallığı babadan büyük oğula geçen monarşik bir sistemdi. Örneğin Urartu kralı İşpuini hayatta ve sağlıklı iken yönetimi oğlu Menua'ya bırakmıştır. Kral Menua'da yazıtlardan anlaşıldığı üzere bu geleneği yönetiminin ilk yıllarında kaldırmıştır. Kral Menua büyük oğlu İnuşpua'yı taht ortaklığından çıkarıp, veliahtlığına son vermiştir. Bu olaydan sonrada Urartu krallığındanki tahtın babadan büyük oğula geçmesi ve Urartu krallarının veliahtlarının kendilerine taht ortağı ilan etmeleri geleneği son bulmuştur.
Urartu Dini
Urartu devletinin dinide Anadolu'daki diğer devletlerde olduğu gibi çok tanrılı bir din olup
ve tanrılar güçlerine göre sıralanarak tanrının gücü orantısında kurban kesmişlerdir. Urartu dini
hakkındaki bilgileri az sayıdaki çivi yazılı tablet, seramik ve tapınak duvarlarındaki betimlerden
elde etmekteyiz. Urartu tanrı isimleri ile diğer medeniyet inançlarındaki tanrı isimleri birbirlerine benzerlik içermektedir. Hemen hemen her dinde olduğu gibi Urartu dininde de tanrının yanına bir tanrıça karısı olarak ifade edilmiştir. Urartuların baş tanrısı Haldi karısı ise Arubani idi. Tanrı Haldi hem baş tanrı hemde kralı kutsayan bir savaş tanrısıdır. Bu yüzden tanrı Haldi adına yapılan tüm tapınaklarda savaş kültü ile alakalı kılıç, ok, yay, kalkan, sadak, kemer ve miğferler burada saklanırdı. Ayrıca tanrı Haldi adına bağ, bahçe, kapı, kült merkezleri su ve sulama kanalları inşa edilmiştir. Urartuların ikinci tanrısı tanrı Teişeba'dır. Hitit tanrısı
Teşub ile isim benzerliği vardır ve onun simgeside boğadır. Fırtına ve gök gürültüsü tanrısıdır. Karısı tanrıça Hepat'tır. Urartuların üçüncü sıradaki tanrısı GÜneş tanrısı Şivini'dir. Karısı tanrıça Tuşpuea'dır. Urartu devleti dini hakkında en iyi bilgiyi Urartu kralı Menua oğlu İşpuini tarafından İS 9. yüzyılın sonlarına doğru yapılan ve her kapı yazıtında elde etmekteyiz. Bu yazıtta 79 tanrı adı törenlerde onlara adanacak sığır ve koyun sayısı yazılmıştır. Bundanda anlıyoruzki Urartu'da tanrılara kurbanlar savaş kazanmak, toprak verimliliğini arttırmak ve
dualarının kabulü için adanmıştır. Urartular su kaynaklarını, mağaraları, yüksek dağları, kayalıkları ve ağaçları kutsal sayıp tapınıyorlardı. Su kenarlarına balık yontuları yapıp (muhtemelen balıklar tanrıları simgeliyordu.) suyun kutsallığını, mağaralara meher kapı yazıtında olduğu gibi kurban kesilerek kutsallaştırıldığını kayaların sağlam ve kalıcılığından dolayı üzerine tanrılarını resmederek sonsuza dek yaşayacaklarını ve gücünü betimlemeleri ve ağacada bir çok betimde önünde tapınılan bir nesne olarak resmedilmesinden ağacındanda kutsallaştırıldığını anlamaktayız. Bu anlattığımız tamamen saray dini ile ilgili inançlardır. Urartu halk dini ayrı bir sınıflandırma konusudur. Fakat bu konuda pek fazla bilgi yoktur.
Urartu Ölü Gömme Geleneği
Urartularda ölüler soylu sınıfından gelenler ve krallar görkemli kaya mezarlarına gömülürken halk ölülerini basit mezarlara gömüyordu. İki çeşit ölü gömme geleneği vardı. Yakarak gömü ve normal gömü. Normal gömü pek fazla örneği görülmemekle beraber azda olsa kullanılmıştır. Yakarak gömü Urartularda hem soylu hem halk sınıfında en çok kullanılan ölü gömme geleneğidir. Bu tarz gömüde cesedin yakılan külleri bir küp içerisine konulur, üzeri yassı bir taşla kapatılır ve küpün omuz kısımlarında delik açılarak ölünün ruhunun özgürleştirilmesine izin verilir. Diğer toplumlarda da olduğu gibi Urartularda da ölüm sonrası yaşamın devamına inanıldığı için ölen kişinin özel eşyaları kendisi ile beraber gömülürdü. Urartularda kaya mezarları ihtişamlı bir mimari yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oda sayısı birden fazladır. Kayalara önce giriş oyulur daha sonra bura avlu olarak algılanıp etrafına odalar yapılır. Bu odalarda da karşımıza çıkan nişlere ölü hediyeleri, sekilerede ölü konulmuştur.

14 Ağustos 2007 Salı

12 Ağustos 2007 Pazar

Definecilik ve işaretlerin dili

Zengin geçmişe sahip olan topraklarımız beraberinde halkımızda define merakınıda ileri seviyelere taşımıştır. Bilinçsiz kazılar hem doğaya hem tarihi fazlasıyla tahrip etmiştir. İnsanlar arasında yaygın olan kanı höyük olsun tapınak olsun veya farklı bir yerleşim yeri olsun akla ilk gelen buralarda define olabileceği düşüncesidir. Bu düşünce yanlış ve tarihe zarar veren bir olgu haline gelmiştir. Her eski yerleşim bir define bölgesi anlamına gelmemeli iyice araştırılmalı bulunduğu bölgenin stratejik konumu ticaret yolları ile bağlantısı maden kaynaklarına yakınlığı sanatsal gelişimi göz önünde bulundurulmalı. Definelerin toprak altına gömülmesinin sebepleri farklılıklar gösterir. Kimi bulunduğu yerde doğal afetler, savaş sonrası acele bir göç sebebiyle bırakılmıştır. Kimide bilinçli olarak gömülmüş olup daha sonra gelip almak maksadıyla işaretlenmiştir. Bütün işaretlerde define anlamına gelmemeli. İşaretler defineyi anlattığı gibi bir devletin simgesi, bir kral veya beyin mührü, dini bir simgeyi veya kötülüklerden korunmak için yapılmış bir büyüyüde temsil eder. Anadolu'da en çok rastladığımız işaretlerin veya figürlerin anlamları şu şekildedir.
Çıplak kadın: Bu figür dini bir simge olmakla beraber defineyide işaret eder. Anadolu'da genelde bu figür kadının doğurganlığından dolayı bereketi ifade ederken ana tanrıçayı simgelemiştir. Bunun yanında çıplak veya hamile olması o civarlarda saklı bir defineyide simgeleyebilir.
Balık: Balık figürleri genelde su yataklarına yakın bölgelerde rastlanılan bir işarettir. Dönemin sanatçıları veya insanları balık avcılığını simgelemek için kullanmışlardır. Bunun yanında define işareti olarakta gömen kişi tarafından kullanılmıştır.
Ayak İzi: Bir çok kültürde korunmak amacıyla yerleşim yerlerine veya mağara girişlerine yapılmıştır. Tuzağıda simgelemektedir.
Akrep: Tehlike ve zorluğu simgeler.
Küp: Bölgede bir hazine bulunduğunu işaret eder.
Halka: Tuzağı simgeler. Bunun yanında küçük ve derin oyulmuş halkalar mezar yapılarını işaret eder.
Haç: Bunlar genelde dini simge olarak kullanılmıştır. Duvarlara boyalı olarakta yapılan haçlar sanatsal bir motiftir.
Yılan: Korunma ve büyü amaçlı olduğu gibi defineyide simgelemektedir.
Tavuk: Defineyi simgeler.
Tavuk ve civcivler: İkisinin beraber olması definenin büyüklüğünü simgeler.
At: Gücü ve orduyu simgeler. Şahlanmış vaziyetteki at hazinenin büyüklüğünü ve yönünü işaret eder.
El izi: Boyalı, kabartma veya oyma olabilir. Genelde korunmayı simgeler.
Boğa: Dini bir ögedir. Tapınmayı simgeler.
Aslan: Gücü simgeler. Kralın iktidarı ve koruma simgesidir.
Karışık yaratıklar: Korku ve büyüyü simgeler. (sfenks, aşırı büyük fantastik yaratıklar gibi)
Buğday başağı: Zenginlik ve bereket işaretidir. Defineyide simgeler.
Ok ve Yay: Avcılığı ve av için zengin bölgeleri işaret eder.
Bütün bu işaretleri yorumlarken yapılacak en güzel iş kendimizi geçmişteki insanların yerine koyarak düşünmektir. Çünkü her ne kadar zaman değişti, teknoloji geliştiysede işaret dili, inanç, büyücülük ve falcılık günümüzede geçmişten gelip aynı şekilde devam etmektedir. İşaretlerin yapıldıkları zemin baktıkları yön ve bulundukları bölge önemlidir, değerlendirirkende bütün bunları gözönünde bulundurmalıyız. İşaretler hemen hemen her yörede aynı olabilir
ama aynı şeyi ifade etmeyebilir.

10 Ağustos 2007 Cuma

İnandıktepe Höyüğü

Çankırı ilinin 22 km güneyinde İnandık köyü yakınlarında yer alan bir hitit yerleşimidir.
70x50 metre boyutlarındaki höyük yüksek bir tepede inşa edilmiş olup 4 yapı katmanına sahiptir. Son yapı katı ortaçağ dönemine ait bir kiliseyi 2., 3. yapı katları Frigleri, 4. ve ilk yapı katmanıda Hitit denemine aittir. Burdaki en önemli yapı bir tapınak yapısıdır. Bu tapınak sekiler halinde aşağıdan yukarıya kadar arda arda odalardan düzenlenmiş bir yapıdır. Duvarlarda malzeme olarak kalker taşı çatıda ahşap kullanılmıştır. 2 katlı yapı olup birde teras katına sahiptir. Sıvalı olan taş duvarlar badanalanmıştır. Yapı birde yangın geçirmiş olup yangın sırasında büyük erzak küpleri depoda kalmıştır. Oda zeminleri toprak dökülerek sıkıştırılmış, çok az odada ise taş döşenmiştir. İnandıktepe höyüğünde çok sayıda kutsal amaçlı seramik kaplar bulunmuştur. Bunların içinde en önemlisi üzerinde Hitit dini törenlerini anlamamızda yardımcı olacak kabartmalı 4 kabartma firizli, 2 geometrik desenli toplam 6 firizden oluşan
İnandıktepe Vazosu'dur. Bu vazonun üzerindeki betimlerden Hitit sosyal yapısını, dini inanışlarını, dini törenlerini, giydikleri kıyafetler ve tanrıları hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Bu vazo ele geçen başka bir örneği olmadığı için kıymetli bir eserdir. Birinci firizde tören kapları, tören yemeği, çalgıcılar eşliğinde sunağın etrafına oturmuş tanrıların yemeği ve onlara bir anlamda tapınan iki rahibin dansı resmedilmiştir. İkinci firizde fırtına tanrısının kaide üstünde duran kutsal hayvanın boğa heykeli önünde kurban edilmesi ve devamında lir çalan bir çalgıcı eşliğinde dua eden kralın tanrıya boğa kanı adaması betimlenmiştir. Üçüncü firiz tanrı ve tanrıçayı temsilen kral ve kraliçenin kutsal evlenme sahnesi resmedilmiştir. Dördüncü firiz evlenme sahnesidir. Erkek başını arkaya çevirmiş, çalgı çalan kadına bakmaktadır. Bunun devamında da çalgıcı erkekler arasında gösteri yapan iki akrobat vardır. Kral ve kraliçenin kutsal evlilik sahnesinde devam eden bu friz Hitit halkının evlenme törenini kutsamasını resmeder.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Küp Gömü

Bir tür ölü gömme geleneğidir. Soylu zenginlerden ziyade sadece halkın kullandığı bir sistemdir. Anadolu'da sık görülen bir ölü gömme geleneğidir. Ölü küp içerisine genelde "hoker" (bebeğin ana rahmindeki duruş şekli) tarzı konulur. Bazende ceset yakılarak külleri küp içerisine yerleştirilir. Halka ait olduğu için içerisine genelde ölü hediyesi konulmaz. Konulanlarda günlük yaşamda kullanılan basit malzemelerdir. Bu küplerde ya yerleşimin içine yada yerleşim yerine yakın yerlerde toprağa gömülür.

Sikke (para) kullanılmadan önceki ticari hayat

Sikke veya günümüzdeki deyimiyle para kullanılmadan önce farklı alışveriş yöntemleri denenmiştir. İnsanlara yerleşik hayata geçmeden önceki dönemlerde böylesi bir ticaret aracına ihtiyaç duymuyorlardı. Zaten küçük olan topluluklar kendilerine yetecek kadarki ihtiyaçlarını topraktan tarım yoluyla, hayvandan avcılıkla sağlıyordu. Süreklide yer değiştirdikleri için kendilerine yük etmemek için çok fazlaya malzemeyede ihtiyaç duymuyorlardı. Neolitik dönemde insanlar yerleşik hayata geçtikten sonra küçük veya büyük kentler oluşmaya
başlamıştı. Yerleşim yerleri büyüyüp geliştikçe ihtiyaçlar artıyor, yeni meslekler ortaya çıkmaya başlıyordu. Buda zorunlu bir iş bölümünü getirmişti. O dönemde en önemli kaygılardan biri güvenlikti. Herkes hep birlikte aynı işi yapamayacağı için farklı meslek dallarıda oluşunca insanların ihtiyaçlarıda artıp değişiklik göstermeye başladı. İlk önce ticaret gelişim gösterdi. Panayır alanları kuruldu. Buralardanda alışveriş yapmak için insanlar değiş-tokuş (barter) sistemini kullandı. Belli bir zaman sonra insanlar için bu sistem zorluklar çıkarmaya başladı. Çünkü insanlar bir arada yaşadıkça zamanın teknolojiside gelişim göstermeye başladı. Bu gelişimle beraber ortaya çıkan yeniliklerde farklı bir ihtiyaç ve lüks olmaya başladı. Bunu karşılamakta değiş-tokuş için zor oldu. Karşı tarafta var olan bir malzeme bir değirinin ihtiyacı iken almayı düşünen kişinin elindeki malzeme karşı tarafın ihtiyacı olamaya biliyordu. Buda insanları farklı yönlere sevketti. İlk önceleri "ingot" (külçe; ki bu bazen hayvan derisi şeklinde metalden yapılmışta olabiliyordu.) kullanılmaya başlandı. Bunun yanında da herkesin ortak ihtiyacı olan buğday o zamanın parası olarak değer kazanmıştı. Zamanla altın ve gümüş gibi değerli metaller keşfedilince, parçalandığı vakitte değer kaybetmediği için yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bundan sonra her metale kıymeti kadar değer biçilerek ticaret yapmak biraz daha kolaylaştı, gelişti ve bununla beraber dışarı açılma kültürler arası alışveriş ve etkileşimde arttı. Değiş-tokuş sistemi her ne kadar beraberinde zorlukları getirmişsede günümüzde bile halen kullanılan bir sistemdir. Çok az olmakla beraber ulaşımı zor olan köy yerleşimlerine giden halk dilinde çerçi olarak bildiğimiz satıcılar bu sistemin çağdaş dönem uygulayıcılarıdırlar. örneğin halen bile köylerde bu tür insanlardan yün, yumurta, buğday, süt ve süt ürünleri karşılığı alışveriş yapılmaktadır.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Kaya Mezarları


Kaya mezarları Anadolu'da muhtemeldirki halkın soylu zümresi için yapılmış bir mezar türüdür. Bulunması ve ulaşılması kolay olduğu içinde hemen hemen hepsi açılmış veya soyulmuştur.Bu gün kaya mezarlarından bize kalan onları olduğu gibi koruyup geleceğe aktarmak.Kaya mezarları kayanın içine tek bir odalı veya birden fazla oda şeklinde oyularak yapılır. Odanın içerisine ölünün yatırıldığı bir seki yapılır, yanınada özel eşyaları konulur.Yer seçimi yapılırkende genelde yüksek kayalıklara ve cepheden bakıldığında dikkat çekmeyen bölgelere yapılır. Bu ölü gömme geleneği en sık Urartular'da görülmekle beraber Anadolu'nun diğer bölgelerinde de eski uygarlıklar tarafından kullanılmıştır.



5 Ağustos 2007 Pazar

Sofradaki Horoz

Bilindiği gibi zengin bir kültürel mirasa sahip olan Anadolu toprakları üzerinde yaşayan insanlarımızda aşırı bir define merakı vardır. Bu bazen tarihe zarar verirken bazende komik olaylar yaşanmasına sebep olmuştur. Defineciler arasında en yaygın olan arama metodu kendisini dini yönden bilgili tılsımları çözebilen ve büyü ile altın bulabileceğine inanan insanlardan yardım almaktır.
Zamanın birinde bir Anadolu köyünde tonlarca altın olduğu dilden dile dolaşarak efsaneleşmiştir. Bu öykülerin halk arasında fazlaca abartıldığını biliyoruz. Köy halkından bir kaç kişide adını duydukları bir hocadan telefon yoluyla yardım isterler. Hoca onlara geleceğini o yöreyi inceleyip onlara yardımcı olabileceğini söyler. Ama bir şartı vardır. Oraya geldiğinde üzerinde leke olmayan bembeyaz yaşını doldurmuş bir horoz ister. Bu horozu ayağına bağlayacağı bir muska ile sabah güneş doğmadan önce havanın aydınlanmaya başlayacağı saatte definenin olduğu söylenen araziye bırakılarak gezdirilecek ve horozun öttüğü yerde definenin olduğu yer tespitedilecektir. Hoca ayrıntısı ile anlatmamıştır ama tarif ettiği gibi bir horozun hazır olmasını ister. Daha sonra hoca kararlaştırdığı tarihte o köye gider. misafirperver anadolu halkı hocasını karşılar ve ilk önce ona uzun yoldan geldiği için aç olup olmadığı sorulur. Hocada elbette açım der. Ve ona sofra hazırlanır. Sofrada hoca için kesilip pişirilmiş horoz eti vardır. Yemek yenildikten sonra çay faslına geçilir. Çay içilirken gidilecek bölge ve hocanın istediği horozun hazır olup olmadığı hoca tarafından sorulur. Ev sahibi horozun hazır olduğunu gidip hanımından isteyip geleceğini söyleyerek odadan çıkar. Bir kaç dakika sonra ev sahibi asık bir surat içeri girer ve aynen şu cevabı verir "Hocam biz hanıma horozu ayırmasını söylemiştik ama tam olarak ne yapması gerektiğini söylemediğimiz için onlar o horozu senin için keserek sofraya koymuşlar. Yani anlayacağın hocam bir o horozu yedik."

4 Ağustos 2007 Cumartesi

Tümülüs

Tümülüs kelimesi latince bir kelime olup türkçe karşılığı yığma tepedir. Genelde zengin olan insanlar ve krallara ait mezar yapılarıdır. Anadolu'da başta Frigler olmak üzere bir çok medeniyet bu mezar sistemini kullanmıştı. Tümülüsün büyüklüğü gömülü kişinin statüsüne bağlı olarak değişebilir. Tümülüsler genelde zemine oturtulan bir odanın üstüne toprak yığılarak yükseltilir. Mezar odası merkezde olabileceği gibi farklı yerlere yerleştirilebir. Bunun sebebi içerisine konulan değerli eşyaları mezar hırsızlarından korumaktır. Çünkü günümüzde olduğu gibi geçmiştede tümülüsler sürekli soyulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Tümülüslerde Mimari Yapı:İlk önce zeminde genelde kare şeklinde kerpiç veya taştan bir mezar odası yapılır. Üzeri ahşapla örtülür. İçerisindede cesedin üzerine konulduğu bir seki yapılır, bazen masada konulabilirdi. Giriş için herhangi bir yön seçilmez. Bazen uzunlukları değişebilen koridorlarlada dışarı giriş bırakılabiliyordu. Mezar odası bittikten sonra üzerine çakıl taşları dökülür su sızdırmaması içinde çakılın üstüne kalın bir kil tabakası dökülür. Bu işlemlerden sonrada bildiğimiz toprak dökülerek istenildiği oranda yükseltilebiliyordu. Çok az görülmekle beraber bazen bunları koruması için farklı yönlere bekçi kulübesi içerisinede bekçinin cesedi ve yemek ve içki kapları konulabiliyordu. Bazı örneklerdede düz zemin yerine doğal kayalıklarda kullanılabiliyordu.
Tümülüslere Konulan Hediyeler: Mezar odasının içerisine cesedin yanına ölüm sonrası yaşama inanıldığı için yemek ve su kaplarının yanında gömülen kişiye ait özel eşyalarıda konulabiliyordu. Hatta bazen bu kişiye ait çok sevdiği ve hayatında özel bir yere sahip olan atıda konulabiliyordu. Bu kişinin savşçı özelliği varsa kendisine ait zırh, kalkan, kılıç gibi savaş malzemeleride konulabilir. Örneğin Frig kralı Midas'a ait tümülüste kendisine ait özel eşyalarının yanında atı, zırhı, ve kılıcıda konulmuştur.
Ülkemizde Sık Görüldüğü Yerler: Başta Friglerin başkenti Polatlı-Gordion'da olmak üzere İçanadolu bölgesi, Ege bölgesi ve çok sık olmamakla beraber Doğu Anadolu ile diğer bölgelerdede görülmektedir.

21 Temmuz 2007 Cumartesi

Ülkemizdeki Özel Müzeler

Kamu Kurum ve Kuruluşları, gerçek ve tüzel kişilerle vakıfların kendi hizmet konuları veya amaçlarını gerçekleştirmeleri için başvurmaları halinde özel müze açmalarına izin verilmektedir.

Özel Müze kurma isteklerini konu alan başvurular 2863 sayılı Kanun ve buna bağlı çıkarılan "Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik" hükümleri doğrultusunda incelenmekte, müzenin yeterli nitelik ve nicelikte bulunması ve sürekli hizmet vermesi hususları dikkate alınarak değerlendirilmektedir.

Gerçek ve tüzel kişilerce kurulacak müzeler, Bakanlığımızın izin belgesinde belirlenen konu alanlarına ilişkin taşınır kültür varlığı bulundurabilir ve teşhir edebilirler. Bu müzelerde taşınır kültür varlıklarının korunması devlet müzeleri statüsündedir.

Genel Müdürlüğümüzün denetiminde 97 adet özel müze bulunmaktadır.




Ankara'da ki bazı Özel Müzelerimiz

ANKARA A.O.Ç.Atatürk Evi Müzesi

ANKARA Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi

ANKARA Çankaya Atatürk Müze Köşkü

ANKARA Eğit-Der Eğitim Müzesi

ANKARA G.Ü.Mesleki Eğitim Fakültesi Müzesi

ANKARA Mehmet Akif Ersoy Müzesi (Hacettepe Üniversitesi)

Kolleksiyonculuk Yapabilmek

Zengin bir tarihi kültüre sahip olan Anadolu toprakları tabiri caizse kazma vurulan her yerden tarih fışkırmaktadır. Bu da ülkemizin tarihi sömürüye maruz kalmasına sebep olmaktadır. Her ne kadar eksikte olsa definecilik merakımızı giderebilmek için yasalarla belli imkanlar verilmiştir. Bizler bu yasaları kullanarak kolleksiyonculuk yaparsak hem ülkemizin sahip olduğu tarihi güzellikleri sahiplenmiş olur hemde gelecek nesillere kültürel manada bırakabilecek emsalsiz bir mirazsımız olmuş olur.
Yetersiz olan yasalar her ne kadar yasadışı definecilik yapmaya teşvik etsede biz yasal yolları kullanarak hem sahip olduğumuz tarihi dokuyu zedelemeyelim hem de bizden sonraki nesillere sahibi olacağı zengin geçmiş tarihi koruma ve araştırma bilincini aşılayabilelim. Şöyleki geçmişini bilmeyen sahip olduğu tarihi dokuyu koruyamayan bilime değer vermeyen her toplum yok olmaya mahkum olmuştur. Bulduğumuz veya bulacağımız her bir tarihi eseri sadece günlük ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek amacıyla sattığımız vakit bilmeliyizki geçmişimizi satıp, gelecek nesillerimizide şimdiden yok etmiş olacağız.
Günümüzde vede geçmişte bulunduğu çağın en ileri seviyesinde olan bütün kültürler sayısal ilmin yanında daha çok sosyal ilme önem vererek geçmişteki örneklerinden ders çıkararak kendinden sonraki kuşaklara sahip çıkma ve koruma bilinciyle beraber aktararak ilerleyebilmiştir. Şimdi bu bilince neden biz sahip çıkmayalım ve neden ilerleyen medeniyet biz olmayalım.Unutmayalımki bu ülkenin gerçek sahipleri ve koruyucuları olan biz vatandaşlar bu bilinci kendimizden sonraki geleceğe aktarabilirsek imkansız gibi görünen hak ve hürriyetlere sahip ilerleyen, araştıran, gelişen büyük bir medeniyete sahip olabiliriz.
Kolleksiyonculuk yapmak isteyen gerçek ve tüzel her kurum veya kişi Kültür ve Turizm Bakanlığından korunması gerekli taşınır kültür varlıklarından alacağı izinle kolleksiyon oluşturabilir ve ''Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Kolleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik" gereğince taşınır kültür varlığını envanter defterine kaydettirmek ve ilgili müzeye tescil ettirip 15 gün önceden bakanlığa bilgi vermek şartıyla kendi aralarında değiştirebilir ve satabilirler. Şu anda da bakanlığa bağlı 1533 adet bu faaliyetlerden yararlanabilen kolleksiyoncu bulunmaktadır.

Aşağıdaki yönetmelik Kültür ve Turizm Bakanlığı sitesinden alınmıştır.
Korunması Gerekli Taşınır
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik

Amaç
Madde 1- Bu Yönetmeliğin amacı, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarına sahip olanlar ile koleksiyoncuların uymaları zorunlu esasları ve bunların gözetim ve denetim ilkelerini belirlemektir.

Kapsam
Madde 2- Bu yönetmelik, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarına sahip olanlar ile koleksiyoncuların uyması gerekli işlemlerin esaslarını ve bunların hak ve sorumluluklarını kapsar.

Dayanak
Madde 3- Bu yönetmelik 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunun 24, 26, 30 ve 33 üncü maddeleri ile geçici 2 inci maddesi gereğince hazırlanmıştır.

Tanımlar ve Kısaltmalar
Madde 4- Bu yönetmelikte geçen:

“Bakanlık”, Kültür ve Turizm Bakanlığını,

“Müze” Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlı müzeleri,

“Koleksiyon”; belirli bir sistem içinde sınıflandırılarak belirli şartlarda, belirli bir yerde saklanan korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarından oluşan grubu,

“Koleksiyoncu”; koruma, değerlendirme, yarar sağlama ve merakı tatmin amacıyla korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarının koleksiyonunu yapan veya yapacak olan kişi veya kuruluşları, ifade eder.

Başvuru
Madde 5- Taşınır Kültür ve tabiat varlıkları koleksiyonculuğu yapmak isteyenler en yakın müze müdürlüğüne yazılı olarak başvururlar. Bu başvuruya aşağıdaki belgeler eklenir.

a) Nüfus hüviyet cüzdanı örneği,

b) İkametgah belgesi,

c) Eski eser kaçakçılığı, kaçak kazı veya gizli define arayıcılığı gibi suçlardan hükümlü olmadığına dair Cumhuriyet Savcılığından alınacak belge,

d) Üç adet vesikalık fotoğraf,

e) Koleksiyonun bulundurulacağı yerin adresi,

f) Varsa ellerinde bulunan eserlerin adını ve cinsini belirtir bir liste,

g) Tüzel kişilerden ise, e ve f fıkralarında belirtilen belgeler ile yetkili kurullarından alınan karar veya onay.

Bu başvuru üzerine Müze Müdürlüğü ihtisas elemanlarına, koleksiyonun bulunduğu veya bulundurulacağı yerin eserlerin sağlıklı bir şekilde muhafazasına uygun olup olmadığı ve her türlü güvenlik tedbirlerinin alınıp alınmadığı hususlarını inceletir. İnceleme sonucu olumlu bulunduğu takdirde Müze Müdürlüğünce izin belgesi verilir. Verilen belgenin bir nüshası Bakanlığa gönderilir.

Yer Değiştirme
Madde 6- Koleksiyoncular eserlerini belgelerinde gösterilen yerin dışında bulunduramaz veya depo meydana getiremezler. Koleksiyonların yerini değiştirmek isteyenler, yeni yerlerini bağlı oldukları müze müdürlüğüne yazı ile bildirerek izin isterler. Müze müdürlüğünün izni olmadan yer değişikliği yapılamaz.

Sergileme
Madde 7- Koleksiyoncular koleksiyonlarını Müze müdürlüğünün izni ile yurt içinde belgelerinde belirtilen yer dışında sergileyebilirler. Sergileme süresi müze müdürlüğünce belirlenir. Serginin her türlü güvenliğinden koleksiyoncu sorumludur.

Yurt Dışından koleksiyon Getirme
Madde 8- Yurt dışından koleksiyon getirmek serbesttir. Kültür ve tabiat varlıklarından oluşan koleksiyon getirenler, varlıkların her birinin niteliklerini belirten fotoğraflı envanter listesini girişlerinde beyan etmek ve bu listenin bir nüshasını Bakanlığa vermek zorundadırlar. Bu şekilde giren varlıklar beyan listesine uygun olarak yurt dışına çıkarılabilir.

Türkiye’de 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları edinenler bunlar yurt dışına çıkaramazlar.

Yurt dışından getirilen koleksiyonlar yalnız devlet müzelerine veya amacına uygun bir müze varsa bu müzeye satılabilir veya devlet müzelerine bağışlanabilir. Başka türlü satışlar yasaktır.

Koleksiyonculuktan Vazgeçme
Madde 9- Bu yönetmelik hükümlerine göre, koleksiyonculuktan vazgeçmek isteyenler, kontrol yönünden bağlı oldukları müze müdürlüğüne yazı ile başvurarak müzelik değerdeki kültür varlıklarının bağış veya satış yoluyla devlet müzelerine mal edilmesini isteyebilirler. Satın alınması uygun görülenler, usulüne göre takdir edilecek bedel karşılığında müzelere alınırlar.

Müzelerce satın alınmayan taşınır kültür ve tabiat varlıkları başka koleksiyonculara satılabilir veya devredilebilir.

Envanter Kaydı
Madde 10- Koleksiyoncular, koleksiyonlarına dahil eserleri müze müdürlüğünce verilecek iki nüsha envanter defterine müze uzmanlarının gözetimi altında kaydederler. Eserlerin sahiplerince usulüne uygun şekilde çektirdikleri fotoğraflarını da ihtiva eden bu envanter defterinin bir nüshası müzede saklanır. Koleksiyona sonradan ilave edilen eserler en geç bir ay içinde her iki nüshaya usulüne uygun olarak kaydedilir.

Veraset Yoluyla İntikal
Madde 11- Koleksiyonculuk yapan şahsın ölümü halinde koleksiyon varislerine intikal eder.

Varisler koleksiyonculuğa devam etmek istedikleri takdirde bu yönetmelik esaslarına göre yeniden izin almak zorundadırlar. Koleksiyon varisler arasında taksim edilebilir. Taksim sırasında eserlerin bütünlüğü bozulamaz, birbirini tamamlayan eserlerden oluşan takımlar bölünemez.

Koleksiyonculuğa devam etmek istemeyen varislerin ellerindeki varlıkların satış veya devirleri bu yönetmelik hükümlerine göre yapılır.

El Değiştirme
Madde 12- Koleksiyoncular, ilgili müzeye tescil ettirerek koleksiyonlarındaki her türlü eseri on beş gün önce en yakın müze müdürlüğüne haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebilir veya satabilir. Satın almada öncelik Bakanlığa aittir.

Kamu kurumu ve kuruluşları ( Belediyeler ve İl özel idareleri, dahil), vakıflar gerçek ve tüzel kişiler satacakları eşya ve terekeler arasında bulunan veya yapacakları müzayedelerdeki satışlara konu olan koleksiyonları, önce Devlet müzelerine haber vermeye ve göstermeye mecburdurlar. Kültür Bakanlığı, koleksiyonları kuracağı komisyonun takdir edeceği bedel üzerinden satın alabilir. Bunlardan hazineye intikal etmiş olup da müze koleksiyonlarına girmesi lüzumlu görülenler, Devlet Ayniyat Yönetmeliği hükümlerine göre, Kültür Bakanlığına devrolunur.

İkinci fıkrada sözü edilen, kamu kurumu ve kuruluşları, vakıflar, gerçek ve tüzel kişiler satacakları eşya ve terekeler arasında bulunan veya yapacakları müzayedelerdeki satışlara konu olan askeri tarihimize ait silah ve askeri malzeme koleksiyonlarını Genelkurmay Başkanlığına haber vermeye ve göstermeye mecburdurlar. Bu kültür varlıklarından hazineye intikal etmiş olup askeri müzelerin koleksiyonlarına girmesi lüzumlu görülenler Devlet Ayniyat Yönetmeliği hükümlerine göre Milli Savunma Bakanlığına devrolunurlar.

Denetim ve Gözetim
Madde 13- Koleksiyonlar, Bakanlıkça görevlendirilecek elemanlar ile ilgili müze yönetici veya görevlendireceği uzmanlar tarafından, yılda bir defadan az olmamak üzere denetlenir. Bu denetlemelerde, eserlerin sağlığı ve güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınıp alınmadığı, envanter defterine kaydedilmeyen eser bulunup bulunmadığı ve koleksiyonda noksanlık olup olmadığı gibi hususlar incelenir. Denetleme raporunun bir nüshası koleksiyoncuya verilir, bir nüshası ilgili müzede saklanır. Bir nüshası Bakanlığa gönderilir.

Sahiplerinde Bırakılan Kültür Varlıkları
Madde 14 - (Değişik: 18.05.1998 - 23346 S.R.G Yön) 2863 sayılı Kanunun 4. maddesine göre Bakanlığa bildirilen taşınır kültür ve tabiat varlıkları ile Kanunun değişik 23 üncü maddesinde belirlenen korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları, Kanunun 25 inci maddesine istinaden Bakanlıkça bilimsel esaslara göre tasnif ve tescile tabi tutulurlar. Bunlardan Devlet müzelerinde bulunması gerekli görülenler 13,8.1984 tarihli ve 18488 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescil ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik" hükümlerine göre müzelere alınırlar.

Müzelerce tasnif ve tescil dışı bırakılanlar ile tescile tabi olup da müzelere alınması gerekli görülmeyen taşınır kültür varlıkları, örneği Ek - 1 ve Ek - 2'de yer alan belgelerin düzenlenmesini müteakip sahiplerine iade edilirler. Bu iş ve işlemlerle ilgili masraflar sahibine aittir. Bu tür kültür varlıklarından tescile tabi olanlar Bakanlıkça kontrol edilir ve Müzelerin izni olmadan el değişikliği yapılamaz.

Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk'e ait korunması gerekli taşınır kültür varlıklarından Bakanlık, Milli Savunma Bakanlığı veya Atatürk Kültür Dil ve tarih Yüksek Kurumunca satın alınmayanlar Bakanlığın tescil ve kontrolüne tabidirler.

Kaldırılan Hükümler
Madde 15 - 10 Temmuz 1973 gün ve 14590 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Eski Eser Koleksiyonu Yapanlara ait Yönetmelik" ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Ek ve Geçici Maddeler
Ek Madde 1 - (Ek: 18.5.1998 - 23346 S.R.G. Yön) Koleksiyonculuk izin belgesi aşağıdaki hallerde iptal edilir:

a) (Değişik bend: 15/12/2004-25671 S.R.G. Yön/1.mad) Koleksiyonda belgesiz kültür ve tabiat varlığının bulunduğunun tespit edilmesi.

b) Koleksiyonda yer alan kültür ve tabiat varlığının tahribi, kaybı ve çalınması ile ilgili belge ibraz edilmemesi ve en geç bir ay içinde ilgili müze müdürlüğüne bildirilmemesi,

c) Bir yıl içerisinde koleksiyonculuk faaliyetlerine başlanmaması,

d) İlgili müzenin haberi olmadan koleksiyonda yer alan herhangi bir kültür ve tabiat varlığının yer ve el değiştirmesi veya depolanması,

e) Koleksiyoncunun kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı suçundan hüküm giymesi,

f) Denetimler sonunda koleksiyonun sağlığı ve güvenliği konusunda önerilen önlemlerin verilen süre içinde yapılamaması,

g) Koleksiyoncunun haber verildiği halde ikametgah adresinde bulunmaması, tekrar denetimin yapılacağı tarihin kendisine bildirilmesine rağmen, ikinci kez ikametgahında bulunmayıp kasıtlı olarak denetim ve gözetime engel olması,
hallerinde koleksiyon izin belgesi Bakanlık makamınca iptal edilir ve bir ay içinde ilgili müze müdürlüğüne ve emniyet müdürlüğüne bildirilir. Koleksiyon izin belgesi iptal edilenler Bakanlıkça müzelere bildirilir.

Koleksiyon izin belgesinin iptali sonucu gerekli kanuni işlemler yapılır. Müze müdürlüğünce alınması uygun görülen kültür ve tabiat varlıkları usulüne göre takdir edilecek bedel üzerinden satın alınır.

Koleksiyon izin belgesi iptal edilenler, belgeli de olsa yeni bir kültür varlığı satın alamazlar. Müracaatları halinde bunlara yeniden koleksiyon izin belgesi verilmez.

Koleksiyoncu hakkında herhangi bir nedenle idari veya adli takibata başlanılması halinde koleksiyonculuk faaliyetleri tahkikat sonuna kadar geçici olarak durdurulur. Tahkikat sonucuna göre işlem yapılır.

Geçici Madde 1 - Bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce alınmış olan koleksiyoncu izin belgeleri geçerlidir.

Geçici Madde 2 - 2863 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesinde anılan üç aylık süre bu yönetmeliğin yürürlük tarihinden itibaren başlar.

Yürürlük
Madde 16 - Bu Yönetmelik yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer.

Yürütme
Madde 17 - Bu Yönetmeliği Kültür ve Turizm Bakanı yürütür.

20 Temmuz 2007 Cuma

Mezar Hediyeleri

İnsanoğlu var olduğundan beri ölüm sonrası bir hayata inanmıştır.Bu inançta ister istemez insanların bütün dünya görüşlerini sosyal,ticari ve dini alanlarda etkilemiştir.Bunu mimari yapılarda;sosyal tesisler, yaşanılan ev, dini merkezler ve mezar yapılarında görmekteyiz.Günümüze hiç zarar görmeden gelen Mısır piramitleri Anadoluda yükseklikleri 50 metreye ulaşan tümülüslerde ulaşılması güç sarp kayalıklardaki kaya mezarlarında ve basit mezarlarda yapılan kazılarda bunun örneklerini görmekteyiz.
Biz bu başlık altında Anadoludaki ölü gömme gelnekleri içerisindeki hediyeleri ele alacağız.Anadolu toprakları sürekli bir geçiş yolu olduğu ve çok farklı kültürlere ev sahipliği yaptığı için çeşit bakımından zengin bir geçmişe sahiptir.Çok ayrıntılı anlatılabilecek bir konu değildir çünkü anlatmakla zaten bu sayfalara sığmayacak kadar geniş bir konu.aynı zamanda bu konu anlatılırken fotoğraf ve çizimlerle desteklenmesi gereken bir konu.İleriki zamanlarda kuracağımız fotğraf galerisinde çok geniş bir bölümle bu konuyu ayrıntılı ele alacağız.
Anadoluda her kültürün kendine ait bu konuda farklı bir geleneği olmuştur.Buda Anadoluyu bu yönden zengin kılmıştır.Farklılıklar genelde ayrıntılarda kalmıştır kabaca ele alındığında bütün kültürlerin ortak özellikleri olmuştur.Bizde bu ortak yönleri ele alacağız.
İlk çağlardan beri ölüm sonrası hayata inanıldığı için ceset mezara konulduğunda beraberinde seramik kaplar;su ve yemek ihtiyaçlarını gidermesi için, kadınsa ayna takı toka ve ona ait sağ iken kullandığı özel eşyaları, erkek ise bir kılıç savaşçı bir erkekse kılıcın yanında kendine ait atı, zırhı ve diğer eşyalarıda konuluyordu.Mezarlar dini inançlarının yanında o toplumun sosyal yaşantısı, maddi durumu, hatta mimarisi ve ilişkide bulunduğu toplumlar hakkında ve şahsın sosyal statüsü hakkındada bize bilgi sunarlar.Sade bir vatandaşın mezarında günlük ihtiyaçları karşılayan seramik kap dışında fazla bir kalıntı olmaz.Ama eğer mezar bir krala,kraliçeye veya bir soyluya aitse mimarisinden içerisindeki hediyesine, gömülüş tarzına, mezarın dış görüntüsüne kadar farklılıklar gösterir.Örneğin mezar bir krala aitse içerisindeki yemek ve su kapları altın veya gümüş olabilir, kendisine ait olan atı, zırhı diğer özel eşyalarının yanında kendine ait hazinesi bile konulabliyor.
Bu kadar değerli hediyeler barındıran kral, kraliçe ve soylu mezarlarının mezar soyguncularına karşı korunma ihtiyaçları mimari yapılarını etkilemiş ve gizlenmesi gerekliliğinide beraberinde getirmiştir.

19 Temmuz 2007 Perşembe

Defineci Hikayeleri ve Heinrich Schliemann









Define bulmak bazen iyi bir beceri bazende kuvvetli bir şans ister.Nice büyük defineler vardır yıllarca üzerinde çalışılarak belgelere dayanılarak uzun araştırmalar sonucu değilde şans eseri veya duyduğu okuduğu bir efsaneyi ciddiye alıp iz süren insanlar bulmuştur.Ve bu yüzdendir ki bir çok büyük hazineyi Avrupalılar bulup ait oldukları bölgelerden kaçırarak kendi ülkelerine götürüp sergilemişlerdir.Bu sadece bizim ülkemizin kaderi olmamış aynı kaderi komşularımız ve sanayi devrimini algılayaman zamanın teknolojisinin gerisinde kalarak sömürülmeye mahkum kalan zengin bir kültürel geçmişe sahip bütün ülkeler paylaşmıştır.
Konuyu belki biraz dağıtacak ama bu ülkenin insanları olarak elbetteki bilinçli olmamız şarttır.Bu gün gıpta ile baktığımız gelişmiş ülkeler hem kendi kültür ve geçmişlerine sahip çıkmış hem de diğer ülkelerden kaçırdıkları eserlerle müzeler kurmuş gerek turizm ile gereksede kalıntıları inceleyip geçmiş uygarlıkları çözerek bilim ile bize kendi geçmişimizi pazarlamışlardır.Almanya'nın en önemli müzelerinden biri İzmir Bergama'dan I.Dünya savaşı sırasında kaçırılan Bergama Zeus Sunağı ile kurulan Berlin Bergama Müzesi'dir.İngiltere'de çoğunluğu Mısır Medeniyetine ait eserlerle kurulmuş Brıtısh Museum Amerika'da dünyanın her tarafından getirilen eserlerle kurulan New York Metropolitan müzesi bunlardan sadece birkaç örnek.Ve bu ülkeler bunları yaparken, bize göre hayalperest olan Heinrich Schliemann gibi insanlarla yaptılar.Aslında arkeoloji biraz hayal biraz macera ve çok iyi bir bilgi birikiminin yanında güçlü seziler de isteyen bir bilimdir.

Hikayemize gelince Heinrich Schliemann Almanyalı fakir terzi bir babanın oğludur.Kitaplara merakı olan becerikli bir çocuktur.Hayatını ise okuduğu bir kitap değiştirir.Antikçağ yazarlarından Homerosun kitabı İlyada ve kitabındaki Troya kralı Agememnonun hazinesi.Kitapta büyük bir hazineden bahsedilmektedir ve herkese göre de bu basit bir masaldır. Schliemann ise bunun gerçekliğine inanmaktadır ve kitapda yazıyla bunun zaten haritası anlatılmıştır ona sadece kafasında resmetmek kalmştır.Planlarını hazırlayan hayalperest Schlimann önce Yunanistana oradanda Türkiye'ye gelerek efsanin anlatıldığı Çanakkaleye geçer.Troyanın bulunduğu bölgede hisarlık tepede kazılarına başlar.Tarih 1870 tir.Oldukça acemice ve maddi sıkıntılar içerinde 1874 e kadar kazilar devam eder.bu esnada 1873 yılında İlyada da bahsedildiği yerde Troya Hazinesi bulunmuş ve çoktan Atina'ya oradanda Berlin'e götürülmüştür.Bizede kalan Heinrich Schliemann'ın; arkeoloji adına utanç bölgesi olan amacın sadece bahsedilen hazine olduğu ve bilimsel hiçbir kaygının güdülmeden kazıldığı hisarcık tepe olmuştur.



18 Temmuz 2007 Çarşamba

SÖZLÜK




TÜMÜLÜS:Anadoluda sık görülen türkçe karşılığı yığma tepe olan krallara beylere ve zengin insanlara ait bir çeşit ölü gömme geleneğidir.

HÖYÜK:Deprem, yangın, sel gibi doğal felaketler sonucu veya savaş sonrası daha güvenli bir bölge için terkedilip zamanla üzeri toprakla örtülmüş olan eskiyerleşim yerlerine verilen ad.

SİT ALANI:Devlet tarafından koruma altına alınmış taşınmaz eski yerleşkelere ait kalıntılardır.

NÜMİZMATİK:Eski çağlara ait para yerine kullanılan tüm materyalleri inceleyen bilim dalıdır.

BOTHROS:Tapınaklara konulan adak ve hediyelerin birikmesi sonucunda yenilerine yer açmak için topluca gömüldüğü çukurlara denir.

KAYA MEZARI:Ulaşılması zor olan kayaların içine oyulmuş soylu zengin ve kralların gömüldüğü mezar tipidir.

BARTER:Antik çağda para icat edilmeden önce ticarette kullanılan bir tür alışveriş sistemi, değiş tokuş.

HURRİ İLE ŞERRİ: Hitit fırtına tanrısı Teşub'un gece gündüzü simgeleyen boğalarının adlarıdır.

İNGOT: Paranın icadından önce alışverişte kullanılan metal külçe.

AGORA: Antik çağda kullanılan üzeri kapalı koridorlar şeklinde uzanan ticaret merkezi.

GYMNASİUM: Antik çağda spor faaliyetlerinin yürtüldüğü alan.

SUNAK: İlk çağlardan beri kullanılan erken tapınak modeli, tanrıya adak adama ve dua yeri.

LİBASYON: Kurban kanını tanrıya sunmak.

ZEUS: Grek dininde baş tanrı.

HERAKLES: Daha sonradan tanrılaştırılan Grek kahramanı.

İN SİTU BULUNTU: Kazılar sırasında eserin kullanıldığı yerde bulunması.

BOULETERİON: Antik çağ belediye binası, meclis ve toplantı salonu.

HERA: Baştanrı Zeus'un karısı.

AN-TAH-ŞUM-SAR:İlk baharda yapılan hittit bayramı.

PURİLLİYAŞ:Hititlerin AN-TAH-ŞUM-SAR bayramı ile birlikte önemli bir bayramı ve bu bayramda yine ilk baharda yapılırdı.


11 Temmuz 2007 Çarşamba

Define ve definecilik nedir?



Tarihin farklı dönemlerinde yaşamış insanların kullandıkları her türlü ihtiyaç materyallerinin çeşitli sebeplerle toprak altında kalmasına define, bunların çıkarılması işleminede definecilik denir.Halk dilinde bu işi yapan kişiye defineci, malzemeye define denilirken; bilim dilinde ise definecinin karşılığı arkeolog, definenin karşılığı tarihsel kalıntıdır.
Arkeolog bu işi daha profesyonelce yaparken, defineci gösterdiği özene orantılı olarak arkeoloğa eşdeğer tutulabilir. Şu da göz önünde bulundurulmalı arkeoloji biliminin başlangıcı kolleksiyonculuk ve amatör anlamda yapılan kazılardır. İlk kolleksiyoncularda Roma imparatorluğu döneminde sarayda imparatorlar saray dışındada soylu kişilerin evlerinde biriktirdikleri nadide eserlerle başlamıştır. Tarih içerisindeki gelişiminde de yine gerek soylu kişilerin merakı gereksede insanların maddi ihtiyaçları sonucu definecilik sürekli gelişim göstermiş, bu yüzdende değerli her türlü eşya zaman içerisinde üretildiği coğrafyadan farklı bir çok mekana taşınabilmiştir. Bu sebepten dolayı defineci define aradığı zaman kültürlerin sanatsal ve sosyal gelişmini bilmesinin yanında komşularını, ilişkide bulunduğu kültürleri, ticaret yollarını, günün şartlarında deniz yoluyla ulaşabileceği her bölgeyi az çok tahmin edebilmeli.

Günümüzde toprak altından çıkan her türlü malzeme bizde heyecan uyandırdığı gibi bizden önceki toplumlardada kendi öncesi kültürlere ait malzemeler aynı heyecanı uyandırmıştır. Yer altındaki malzeme kimi zaman deprem sonrası yıkımlarda, kimi zamanda savaş sonrası daha güvenli bölgelere göç, yangın ve diğer doğal felaketler sonrası yeni yapılanmalar sebebiyle zamanla üzeri toprakla örtülmüş olup günümüze ulaşmayı başarmıştır. Define aranırken geçmişte de günümüzde de yüksek miktarda maddi değer biçilen eserler diğer günlük yaşamda kullanılan basit seramik kapkacak, duvar kalıntıları, tabletler birbirinden ayrı tutulmamalı. Unutulmamalıki arkeoloji biliminin gelişiminde kolleksiyonculuk ve definecilik merakının payı vardır.O yüzdende bulunan eserler ne olursa olsun maddi değerle değil, yok edilmemesi gereken kültürel bir değer olarak değerlendirilmelidir. Çünkü günümüzde "bacasız sanayi" olarak nitelendirilen turizm gelirlerinin önemli bir kısmını bu kalıntılar oluştururken daha da önemlisi olan tarihsel süreç içerisinde ve günümüzde gelişmiş olan kültürlerin sürekli olarak bilime değer verdikleri ve geçmişten ders çıkarıp bir sonraki nesile aktardıkça güçlü bir medeniyet olabilimişlerdir. Bizde bu zihniyetle yaklaştığımız sürece zengin bir kültüre ve
gelecek nesillerimize bırakacak parlak bir mirasa sahip olabiliriz.